alf
Bir insanla herhangi bir hayvan ya da bir böcek arasındaki gerçek fark nedir? Bu yazı size bu farkı açıklasın; “Elephants on Acid, Bizarre Experiments” adlı kitapta yazar Alex Boise tuhaf bulduğu bir dizi deneyden söz ediyor. Bu deneylerin çoğu üzücü- yüzlerce köpeği sırf köpekler iki başla yaşayabilir mi bunu görmek için öldürmek gibi- ama deneylerden ikisi insanın doğası konusunda gözlerinizi açmaya yetmeli.
İnsanın iyi ya da kötü olmasına sebep olan şey ne? İnsanın agresif, kaba, antisosyal ya da zalim olmasına ne sebep oluyor? Kimyasal dengesizlik değil. Vitamin yetersizliği de değil. Bilim adamları tek gereken şeyin kişiyi doğru konuma yerleştirmek olduğunu söylüyor. Philip Zimbardo’ya göre “insanların yaptığı her şey, ne kadar korkunç olursa olsun, hepimiz için mümkündür- doğru ya da yanlış, olayla ilgili baskılar olduğunda.”
Birisinin emri üzerine bir insanı öldürebilir misiniz sizce? Elbette hayır, diyorsunuz. Ama 1960’lı yılların başlarında Yale Üniversitesi’nde yapılan deneyler herkesin söz konusu “bilim “in menfaatleriyse ya da eylemin sorumluluğunu bir başkası yüklenecekse, korkunç şeyler yapabileceğini gösteriyor.
Araştırmacı Stanley Migram, Amerikalıların Almanların Yahudilere yaptığı gibi binlerce insanı öldürüp öldüremeyeceğini öğrenmek istedi. Bu yüzden bir deney yaptı, deneyde gelişigüzel seçilmiş sıradan insanlar, postacılar, öğretmenler, satış elemanları, fabrika işçileri kullanıldı; bu insanlardan bir otorite figürünün kendilerine verdiği emri yerine getirmeleri istendi. Kimse denekleri zorlamadı. İsteyen deneyden ayrılmakta serbestti. Tek sözel emir “lütfen devam edin…lütfen deneye devam edin” gibi emir cümlelerdi. Denekler hiçbir şekilde para almayacak ya da zorlanmayacaktı. Deney ilânında “hafıza ve öğrenme” ile ilgili bir deney için gönüllüler arandığı bildiriliyordu. Gönüllü, beyaz laboratuar önlüğü giyen ve “araştırmacı” rolünü oynayan bir oyuncu ve “öğrenci” rolünü öğrenen bir diğer oyuncu tarafından karşılanıyordu.
Gönüllüye deneyin öğrenmede cezalandırmanın etkisinin incelenmek üzere dizayn edildiği açıklandı. Öğretmen olarak gönüllü öğrenciye bazı kelimeleri yüksek sesle okuyacak ve öğrenciden duyduğu sözcükleri tekrar etmesini isteyecekti. Her yanlış cevapta öğretmenin öğrenciye elektrik şoku verecek bir düğmeye basması gerekiyordu. Şokların yoğunluğu artacaktı. Araştırmacı öğrenciyi elektrikli sandalyeye bağladı ve öğrenci araştırmacıya kalbinde bir problem olduğunu söyledi. Öğretmen başka bir odaya götürüldü, oradan artık öğrenciyi göremiyordu. Öğretmene voltaj aleti teslim edildi.
İlk birkaç denemede öğrenci kelimeleri doğru bir şekilde tekrar edebildi, ama hata yapmaya başlayınca öğretmen voltaj düğmesine bastı. 75 volt sınırını aştığında öğrenci inlemeye başladı. 120’de öğrenci bağırmaya başladı.150 voltta artık öğrenci çığlık atıyordu (Bu seslerin hepsi aslında teyp kullanılarak yapılıyordu). Öğretmen, deneylerin çoğunda, önce terlemeye ve titremeye başlıyor ve yardım istercesine araştırmacıya bakıyordu. Araştırmacı onlardan deney uğruna devam etmelerini istedi.
Milgram hiç kimsenin bu noktanın ötesine geçmeyeceğini öngörmüştü ama gönüllülerden hiçbiri geri adım atmadı. Bütün gönüllüler voltaj yükseldikçe ve öğrencinin çığlıkları arttıkça düğmeye basmaya devam etti- çığlıkların artık duyulmaz olduğu, öğrencinin öldüğü ya da artık bilincini kaybettiğini düşündükleri 450 volta kadar devam ettiler.
Milgram “bu deneyde bin insanı gözlemlemiş olmama dayanarak şunu söyleyebilirim ki; ABD’de ölüm kamplarından oluşan bir sistem kurulmuş olsaydı, aynen Nazi Almanya’sındaki gibi, o kamplarda çalışacak personel bulmak hiç zor olmazdı” diyordu.
Milgram deneyin yüzlerce farklı varyasyonunu hayata geçirdi ve gönüllü kurbanını görmediği ya da ondan gelen sesleri duymadığı sürece gaddarlığın boyutu ne olursa olsun gönüllülerin tamamen itaatkâr olduğunu ortaya koydu. Gönüllü acıyı görmüş ve duymuş olsa bile itaat oranı %65’ti. Fiziksel olarak kurbanın elini metal bir nesneye dayandırarak şok vermesi gerektiğinde gönüllülerden %30’u bunu yapmaya hayır demedi. Kadınlar da erkekler kadar uysaldılar.
Deney farklı ülkelerde yüzlerce şekilde denendi. Sonuç her seferinde aynı çıktı.
Bir başka deney bu sefer Charles Sheridan ve Richard King tarafından yapıldı; bir kutunun içerisine yavru bir köpek konuldu. Gönüllülerden eğer yanlış yerde durursa yavru köpeği şoklaması istendi-sanki eğitiliyormuş gibi. Gönüllüler yavru köpek uluyana, aşağı yukarı debelenerek çırpınana ve ardından artık tamamen çökene dek hayvana şok vermeye devam etti. Gönüllüler ağladı, aşırı terledi, çığlıklar attı- ama hepsi, hepsi yavru köpek ölene dek ona şok vermeye devam etti.
Bir başka araştırmacı “itaat” ile ilgili bir deney yaptı; bu sefer kendilerine tansiyon deneylerinde yer aldıkları söylenen “normal” insanlar söz konusuydu. Gönüllülerin ellerine beyaz fareler kondu ve onlarda farelerin başlarını kesmeleri istendi. Erkekler küfür etti, kadınlar ağladı; ama kendilerine “emredildiği” için gönüllülerin %75’i farelerin kafasını, hayvanlar avuçlarında kıvranırken bıçaklayarak ya da testereyle keserek koparmaktan geri durmadı.
Bu çalışmayı Chicago’da yapılan şu deneyle karşılaştırın: araştırmacılar makak maymunlarını kafeslere kilitlediler. Maymunların yiyecek alabilmesi için bir zinciri çekmesi gerekiyordu. Ama eğer maymun zinciri çekerse komşusu olan maymuna elektrikle şok veriliyordu. Komşularının çektiği acıyı gördükten sonra maymunların tamamı zinciri çekmeyi reddetti. Bazıları ölene dek, yani 12 gün boyunca, diğer maymunlara acı çektirmek yerine aç kaldı. Bu deney nerde tekrarlandıysa- maymunlardan hamamböceklerine ve sıçanlara dek- hayvanların tamamı aynı şekilde tepki verdi. Bir başkasına kasıtlı ve bilerek acıya sebep olmak yerine ölmeyi tercih ettiler.
…
Biz Dünya’yı hak ediyor muyuz? Gerçekten üstün olduğumuz bir taraf var mı?
Çev.Cem
bilmiyorum. bunlar kınanmalı. yani bunları araştırma olarak kabul edemiyorum.
BeğenBeğen