Dr. Steve Best
ABD gibi çürümüş sosyal sistemlerinde yasalar ve etik arasındaki ilişki nadiren birbirine paraleldir. Yasalar güçsüzlerdense güçlüleri korumak için vardır, ve etik de yapılan kötülüklerin ve yanlışların mazeretidir. Böylece etik olarak doğru olan bir şey yasalarda belirtilmiş olmak zorunda değildir, ve yasal olan bir şey de nadiren ahlâki olma özelliğini taşır. Aslında ABD hükümetiyle ilgili gerçek skandal, neyin yasal olduğu konusudur.
Hayvanlarla ilgili zamanı geçmiş yasalar iyi bir örnek. İnsancıl, merhametli ve medeniyetin öncüsü olmakla övünen bir toplumda milyarlarca hayvan her yıl en saçma sapan sebeplerle öldürülüyor.
Hayvanlara günümüzde uygulanan tavırların insanın ve hayvanın köle olarak kabul edildiği çok eski zamanlardan kaynaklandığını biliyoruz. Bir insanla bir mal arasındaki ayrım eski Roma toplumuna dek gidiyor aslında: özgür erkeklerin hakları varken kadınların, çocukların, kölelerin ve hayvanların sadece bir nesne olarak, eşya olarak kabul edildiğini görüyoruz. İnsanları köle ve eşya konumuna indirgeyen keyfi görüşler artık tersine çevrilmiş durumda, ama hayvanların sömürülmesini mazur gösteren teorilerin ve tutumların hala aynı keyfilikle sürdüğü ve insan köleleri özgürlüğe kavuşturan aynı mantığın insan türünden olmayan canlıları da özgürlüğe kavuşturmak için kullanılması gerektiğini görüyoruz.
Karl Marks kapitalizmin darmadağın dünyasında garip şeylerin olduğunu, pazar değerlerinin insani ve ahlâki değerleri yerinden ettiğini gözlemlemiştir. Marks; kapitalist toplumun meta fetişizmi etrafında yapılanmış bir süreç olduğunu, nesne ve özne özelliklerinin yer değiştirdiğini görmüştür: yaşayan varlıklar cansız varlıklar olarak tanımlanırken metanın ve paranın hayattan daha kutsal cansız varlıklar haline geldiğini söylemiştir. İşte ancak bu görüşten yola çıkarak ALF’in insan mülküne zarar vermesine “terörizm” ve hayvan endüstrilerinin her gün hayvan öldürmesine rutin bir “iş” olarak bakılabilir.
Kanuni bir noktadan bakıldığında hayvanların sömürülmesi meselesi üç katmanlıdır: sözümona hayvan “koruyan” yasalar hâlâ zayıftır; nadiren uygulanmaktadır ve daha kötüsü her yıl milyarlarca hayvanı öldürmekte, üzerinde deney yapmakta, işkence etmekte, kafeslere kapatmak söz konusu olunca yasal haklarını sonuna dek kullanan hayvan sömüren endüstrilere bu yasalar uygulanmamaktadır. Bu sorunların ana sebebi hayvanlara bir meta gözüyle bakılması ve hayvanların neredeyse fiziksel nesnelerden hiç ayırt edilmemeleri. 16. yüzyılda başlayan devasa bilimsel devrimler, 19 ve 20. Yüzyıldaki felsefi devrimler Hristiyan-Yunan dünya görüşünün temellerini sarssalar da hayvanlarla ilgili temel yasal çerçevelere dokunulmamıştır; bütün amaç ve hedeflere rağmen hayvan yasaları Roma yasalarından ibarettir.
Batı’nın yasal çerçevelerini oluşturan teolojik ve felsefi temellerin zamanı geçmiştir, artık çürümüştür. Şu andaki amaçlarımızı düşünerek ben Batı düşüncesini dört temel ve birbiriyle ilgili sebep nedeniyle kusurlu buluyorum. Birinci yanlış kabulde, yani özcülükte (essentialism), insanlar ve insan olmayan hayvanların değişen ve evrim geçiren bir doğaları olduğu yadsınır ve tersine statik bir özleri olduğu kabul edilir. Özellikle insanlar akıl ve dil sahibi, teknolojik ve Tanrı imgesiyle yaratılmış varlıklar olarak kabul edilir, ama hayvanlara aklı veya ruhu olmayan, içgüdüleriyle, iştahlarıyla ve duyularıyla yaşayan basit varlıklar olarak bakılır. İkinci yanlış kabulde, yani rasyonalizmde bütün kozmosa Tanrı’nın zihninin yansıması olarak, rasyonel bir doğaya sahipmiş gibi bakılır. Dünya düzenle vardır ve ulvi bir tasarım ürünüdür. Akıl veya ruh insanların özüdür , duyularının esiri olan hayvanlardan farklıdır. Böylece, düalizm adındaki üçüncü yanlış kabul, akıl ve dil kapasiteleri bahanesiyle insanları hayvanlardan kesin bir biçimde ayırır. Hepimizin bir özü vardır, onların başka bir özü vardır; ahlâki ve yasal fikirler sadece insanın dünyasına aittir ve insanların hayvanlara karşı doğrudan, herhangi bir sorumluluğu yoktur. Teoloji adındaki dördüncü yanlış kabulde ise evrenin rasyonel ve yasalarla yönetilen düzeninin ardında bir amaç vardır, en basit ve noksan varlıklardan en kompleks ve mükemmel varlıklara dek hiyerarşik bir “Büyük Varlık Zinciri” vardır. Hayvanlar insanlara göre daha aşağı seviyede olduğu için varoluş amaçları da insanların ihtiyaçlarına hizmet etmektir, bizler de bize nasıl uyarsa onları öylece kullanabiliriz. Aristo’nun söylediği gibi “Bitkiler hayvanlar için vardır, hayvanlar da sadece insanlar için var edilmiştir.”
Sokrat öncesi filozoflardan Stoacılara, oradan Orta Çağ düşünürlerinden modernlere dek hep eski kadim zamanların kurgularının ve önyargılarının yansıması olarak kabul gören bu temel çerçeveyi buluyoruz. Bütüne bakınca Batı felsefesi insan ve hayvan doğasını fena halde yanlış anlamıştır: sadece evrimsel bir sürecin bulunduğu düalist bir ayrım yaratmıştır; insanlara çok fazla akıl atfetmiş ve insan olmayan varlıkları da çok az akla sahip sahip kabul etmiştir; hayvanları ahlâki olmayan ve yasal bir statüye hapseden bir evren tahayyül etmiştir; insanları da hayat tahtına yerleştirmiştir.
Geleneksel dinin, felsefenin ve bilimin çevresini saran yanlış kabullerden kurtulmadıkça hayvan haklarının yasal manada kurumlaşması bir hayaldir. Postmodern teoriler Batı metafiziğinin maskesini düşürdü, ama temel yasal algıları etkilemedi, ayrıca hayvan hakları meselelerine de uygun şekilde uygulanmadı. Postmodernistler de herkes kadar türcüler.
Felsefe alanında (hayvan hakları teorileri), bilim alanında (bilişsel etoloji: hayvan duygularının ve zekasının incelenmesi), ve hukuk (Gary Francione, Steven Wise and ve diğerleri ) alanlarında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bilimdeki gelişmeler özellikle önemlidir; çünkü hayvanların bize benzediğini göstermiş, hayâl etmekten çekineceğimiz denli bizden daha kompleks olduklarının kanıtlarını sunmuştur. Bu bilgi bize insan ile hayvan arasında yapısal benzerlikler bulan fizyoloji ve anatomi biliminden geliyor; diğer primatlarla aramızdaki yakın evrimsel bağları gösteren genetik biliminden geliyor; hayvan davranışlarını araştıran, bir çok hayvanın da alet yapabildiğini gösteren saha araştırmalarından geliyor; insan ve insan olmayan hayvanların beyin ve duygularında benzer bir düzenleme olduğunu gösteren biyolojiden geliyor; ayrıca bir çok hayvan deneyi hayvanların ciddi anlamda mental ve iletişimsel yeteneklerine sahip olduğunu göstermiştir.
Yasal alanda evcil hayvanlara keyfî, gaddar davranışların cezalandırılması anlamında ilerlemeler olmuştur, ve giderek daha fazla sayıda devlet hayvana zulmetmeyi ağır suç olarak kabul ediyor. Ama bu yasalar sadece evcil hayvanlar için uygulanıyor ve daha çok insanlara verilen zararla ilgileniyor, yoksa hayvanlara verilen zararla ilgilendiği söylenemez (çünkü hayvana uygulanan şiddetin insana da uygulanabileceği düşünülüyor). PETA ve diğer kurumlar tarafından yürütülen bir çok çalışma sonucunda Wendy’s, McDonald’s, Burger King gibi fast food zincirlerine et sağlayan çiftlik hayvanlarının durumlarında bazı reformlar yapılmıştır. “İnsancıl öldürme” yasaları uygulanıyor ve kafesler de daha çok büyüdü ama, elbette her yıl sadece ABD’de 10 milyar çiftlik hayvanı fabrika çiftliklerinde işkence görüp mezbahalarda korkunç şekillerde ölüyor.
Hayvanlar hala bir mal olarak görülüyor ve bu malın sahipleri- ister laboratuarlardaki bilim adamları olsun, fabrika çiftliklerindeki CEO’lar olsun, rodeo yöneticileri, sirk yöneticileri veya hayvanat bahçesi müdürleri olsun-, bu hayvanların vücutlarına ne isterlerse onu yapmakta her türlü hakka sahip olduklarını düşünüyorlar. Legal mantık iki şekilde işliyor: hayvanların acı çekmesine sebep olan her davranış hayvan sömürüsü geleneğinin bir parçası olduğu sürece kabul ediliyor, çıkar söz konusu oldukça veya hayvanı disiplin etmek söz konusu olduğu sürece kabul ediliyor. Böylece bir kedi veya köpeği dövmek veya yakmak bir cürüm oluyor; çünkü toplum için bir fayda söz konusu değil, yoksa kendi içinde bu hareket yanlış olduğu için cürüm olmuyor. Hayvanların mal olarak kabul edildiği yerde hayvan “sahiplerinin” mala sahip olmak hakları halkın ahlâki hassasiyetlerinden daha baskın çıkabiliyor. Bu anlamda bir çok mücadele kaybedilmiştir.
Hayvan varlığının cehennemsi gerçekliği bizler hayvanların bir eşya olduğu nosyonunu sismik olarak alternatif bir kavramla değiştirmedikçe, mesela hayvanları birey olarak kabul etmedikçe tam anlamıyla değişmeyecektir. İnsanların kişi kavramı üzerinde bir tekeli yok, bu kavram hissedebilme yeteneğini, seçim yapabilmeyi, hatırlamayı, gelecek üzerine planlar yapabilmeyi de içinde barındırıyor. Kişilik; Peter Singer ve Steven Wise gibi hayvan hakları eylemcilerinin desteklediği Büyük Maymun Projesi’nin ardındaki itici güçtür. Bu proje, maymunların insan çocukları kadar kompleks olduğu ve eğer çocuklar bir bireyse, maymunların da bir birey olduğu tezinden yola çıkıyor. Maymunlardan da öte bütün hayvanlara ahlâki ve yasal bir statü kazandıracak daha büyük bir değişiklik ise nesne olarak görülen hayvanların artık özne olarak görülmesiyle sağlanabilir, çünkü hissetme yeteneğinin olması, acıdan kaçınıp hayatta kalmak,temel seçimlerin olması gibi gerekli ve yeterli nitelik, hayvanlara ahlâki ve yasal hakların teslim edilmesi için yeterlidir.
Elbette ki kanunlar tutarlı değil. Engelli bir insanı bir kişilik sahibi olarak kabul ederken daha farkındalık sahibi veya daha zeki bir maymuna/kompleks bir başka hayvana bu hakkı vermemek demek çelişmek demektir. Şirketler mahkemede eğer bir “kişi” olarak düşünülebiliyorsa, hayvanları da böyle kabul etmenin bir zararı yok. Dahası, Batı tarihi hayvanların “ürünlerimi yedi” gibi gerekçelerle cezalandırıldığı tuhaf örneklerle dolu.
İnsana umut veren değişim işaretleri de görülüyor. Büyük Maymun Projesi en yakın evrim akrabalarımız hakkında dünya çapında artık bir çok insanı eğitiyor. Steven Wise’ın kitabı “Rattling the Cage: Toward Legal Rights for Animals (2000)-Kafesi Sallamak: Hayvanlar İçin Yasal Haklara Doğru “, büyük maymunların yasal anlamda bireyler olarak kabul görmesi davasını halka yaydı. Wise’ın yeni kitabı “ Drawing the Line: Science and the Case for Animal Rights- Çizgiyi Çekmek:Bilim ve Hayvan Hakları Meselesi” bu argümanı diğer hayvanları da kapsayacak şekilde genişletiyor. Büyük ölçüde Wise’ın açtığı yolu takiben “Hayvan Hakları ve Hukuk” dersi; Harvard, Yale, Georgetown ve bir düzine hukuk fakültesinde okutuluyor. Binlerce avukat halihazırda hayvan hakları hukukunu pratik ediyor, kendileri adına konuşamayan veya ücretlerini ödeyemeyen ve her zaman masum olan müşterilerini temsil ediyorlar. “In Defense of Animals” organizasyonu tarafından başlatılan ve insanları hayvanların “sahipleri” değil “koruyucuları” olarak kabul eden, yasal düzenlemelerin buna göre yapılmasını talep eden kampanya şu anda ABD çapında bir çok toplulukta dile getiriliyor.
Artık mahkemeler hayvan koruyucularını ödüllendiriyorlar ve bunu yaparken incinmiş veya öldürülmüş hayvanların mal değeri üzerinden değil, ayrıca söz konusu hayvanları kaybetmiş olmanın sebep olduğu üzüntüler ve bir arkadaşın kaybedilmesi gibi değerler üzerinden de yapıyorlar, böylece hayvanların bir maldan daha fazla bir şey olduğuna dair bir inanç değişiminin sinyallerini veriyorlar. Wise ve diğerleri büyük maymunların ve diğer hayvanların haklarıyla ilgili davaların yakında mahkeme salonlarını doldurmasını bekliyorlar. Bu da hayvanların toplumsal olarak algılanışının ve toplumun temelden bir değişmesinin bir işareti; çünkü insanlar artık sömürüye uğramış daha çok hayvanı kendi çıkarları uğruna temsil edebilecek veya dava açabilecek.
Değişik türcüler hayvanlara birey kimliği vermenin “tehlikeli bir fikir” olduğunu ilan ediyor ve konu bakteri hakları gibi aptalca yönlere kayıyor; çünkü hayvan sömürüsü endüstrileri akıttıkları kanın yasaklanmasından veya en azından sınırlandırılmasından korkuyor. Bu tür mübalağalı tepkiler paradigmalar değişirken görülebilen şeylerdir. Karikatürler ve çıkarlar bir yana hayvanların mal statüsünden çıkarılması uğruna yapılan çalışmalar ve bu hayvanlara vücutlarının bütünlüğünü korumanın yanı sıra temel ahlâki ve yasal hakların tanınması konusunda adım atılması da çağdaş dönemin en önemli mücadelelerinden birisidir.
Bugün bizler yüz yıl önce siyahların ahlâki ve legal statüleri konusunda yaşadığımıza benzer bir dönüm noktasındayız. Her iki konuda da ahlâki çizgilerin genişletilmesi, bir kölelik biçiminin ve artık zamanı geçmiş önyargıların sona erdirilmesi anlamında süre giden bir hareket söz konusudur. Hukuk evrim geçiren sosyal normlarla değişmiştir, ve şu anda da dramatik bir değişimin ortasındadır. Hayvan hakları sadece hayvanların özgürleştirilmesi değil, ahlâki evriminin yeni safhasına girerken ayrıca insan beyninin de özgürleştirilmesi anlamına geliyor.
Çev.Cem