YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN ALF: Hayvan Refahçılığı, Hayvan Hakları, Hayvan Özgürlüğü ve ALF.

Aşağıdaki röportaj Erika Wardle ve Nichali Ciaccio tarafından 2005 yılında yapılmış, Dr. Steve Best sorulara cevap vermiş.

Yeni Diyanet İşleri Başkanı kurbanlarla  ilgili masum bir iki cümle eden Tarkan’a  “bize hayvan hakları dersi vermeyin ” demişti. Bu dersin gerekli olduğunu bildiğimiz için, derslere geç kalanlar için bir özet sunuyoruz….

ALF nedir? Lütfen taktikleri, “ideoloji”leri ve etik duruşları konusunda bize bilgi verin.

ALF  hayvanları sömürünün dehşetinden ve esaretinden kurtarmak adına bilinçli olarak yasayı  çiğneyen insanlardan oluşmuş birbiriyle gevşek bir şekilde alakalı hücreler topluluğudur. Bir hücredeki eylemciler diğer hücredekilerin ne yaptığını bilmediği için, hiyerarşik olmayan yapıları ve anonimlikleri yasal otoritelerin bu kuruluşu yok etmesinin önüne bir engel olarak çıkar. Hayvan özgürlüğü eylemcileri ister kürk çiftlikleri, ister üniversite laboratuarları olsun, hayvanları serbest bırakmak ya da kurtarmak için yasal olmayan şekillerdede bu binalara veya yapılara girerler. Ayrıca hayvanlara yapılan zararı önlemek ve sömürü endüstrilerini ekonomik olarak zayıflatmak için o yapılardaki mal ve mülkleri yok ederler.

Resmi ALF prensipleri şunlardır:

–          Hayvanları sömürü mekanlarından kurtarmak,

–          Hayvan sömürüsünden çıkar elde eden endüstrilere ekonomik hasar vermek,

–          Kapalı kapılar arkasında hayvanlara karşı işlenen dehşet verici, korkunç zulümleri ifşa etmek,

–          İnsan ya da insan olmayan hayvanlara zarar vermemek için gereken bütün önlemleri almak

Bu prensiplere uyarak hareket eden -ve vegan olan -herkes  ALF’tir.

ALF’teki erkek ve kadınlar Nazi Almanya’sında savaş tutuklularını ve Soykırım kurbanlarını serbest bırakan, Nazilerin kurbanlarına işkence edip onları öldürmek için kullandığı silah, tren yolları ve gaz fırınlarını yok eden özgürlük savaşçılarına benzetiyor. Güney Afrika’da özgürlük uğruna şiddeti destekleyen ve şiddete başvuran Nelson Mandela’nın ırk ayrımcılığı karşıtı hareketi ya da şu anda İsrailli zalimlere karşı mücadelelerini sürdüren Filistinlileri de kendilerini benzettikleri diğer oluşumlar arasında sayabiliriz.

Aynı şekilde, özgürlüklerine kavuşturdukları hayvanlar için veteriner bakımı ve bir de yuva buldukları düşünülürse bir benzetme de ABD’deki Undergroud railroad hareketiyle yapılabilir. Bu hareket 1800’lerde kaçak insan  kölelerin eyaletlerden kaçıp Kanada’ya gitmesine yardım ediyordu. Şirket toplumu, devlet ve medyanın özgürlükçüleri terörist olarak damgalamasına rağmen ALF geçen iki yüzyılın en büyük bazı özgürlük savaşçılarına önemli benzerlikler gösteriyor; ayrıca hayata karşı sürüp giden şiddeti ve kana susamışlığı sona erdirme arayışı ve diğer türler için adaleti yerine getirme arzusuyla da çağdaş barış ve adalet hareketlerine benziyor.

Hayvanların temel haklara sahip olduğu görüşünden yola çıkan hayvan özgürlükçüleri, bilim adamlarının ya da endüstrilerin hayvanları bir eşya gibi sahiplenebileceği argümanını reddeder. Yani hayvanların yaşama, özgür olma ve mutlu olma hakları vardır, bunların hepsi de hayvanların derilerine yakarak vurulan mal statüsüyle damgasıyla çelişiyor.

İnsan çıkarlarının hayvan çıkarları üzerinde tutulması türcülüktür, bu da önyargıya ve ayrımcılığa dayalı bir inanç sistemi olup ırkçılık ya da cinsiyet ayrımcılığı gibi etik olarak hatalı ve felsefi anlamda da temelsizdir, ama anlamları itibarıyle ölümcül ve bağlayıcıdır. Bu yüzden, ALF; hayvanların kürk çiftlikleri veya laboratuarlardan çalınması için değil, özgürlüklerine kavuşturulması için mücadele eder; birisi hayvan sömürenlerin cansız mal ve mülklerini kullanılamaz hale getirdiğinde o kişinin canlıların haklarının ihlal edilmesi suretiyle yanlış bir şekilde kullanılan şeyi düzelttiğine inanır.

ALF şirket-devlet kompleksinin yarattığından daha yüce bir yasa olduğuna inanır, bu, ABD politik  sisteminin çürümüş ve taraflı heykellerinin ötesine geçen ahlaki bir yasadır. Yasa yanlış olduğu zaman, doğru olan şey, onu çiğnemektir. Tarihte ahlaki ilerlemeler sıklıkla bu tarzda meydana gelmiştir, Amerikan köleciliğinin yenilmesinden Hitler’in anti-semitizminin mağlup edilmesine ya da Alabama’daki “sadece beyazlar” yazılı cafelerdeki oturma eylemlerine dek  bir çok durumda bu böyle olmuştur.

Boston Çay Partisi’ni sivil itaatsizliğe başvurmanın tarihi bir örneği olarak görüyorsunuz. ALF bu itaatsizlik tarihinin( ve doğrudan eylemin) nasıl bir sonucu olabiliyor ve ayrıca nasıl oluyor da yepyeni bir oluşuma dönüşüyor?

1773’te  Sons of Liberty adlı yer altı oluşumunun 50 üyesi 342 sandık İngiliz çayını Boston limanından denize döktü; çünkü çay üzerindeki yüksek vergiyi ve genelde İngiliz hakimiyetini protesto ediyorlardı. Sonunda koloniler bir çok sabotaj taktiği, şiddet eylemleri kullanarak ve nihayetinde savaşarak İngilizlerin iktidarının altını kazmayı, yeni yeni ortaya çıkan bir ulusun iradesini oluşturmayı ve bağımsızlığı kazanmayı başardılar.

Amaçsız bir yıkım eylemi olmaktan öte, mal ve mülke zara vermek meşru bir adalet çağrısıydı, bunu başarmanın güçlü bir yoluydu ve halen de öyledir. Sivil itaatsizlik ve sabotaj bir çok modern özgürlük mücadelesi için katalizör görevi gördü. Boston Çay Partisi’nden  Underground Railroad’a, Sufrajelerden İnsan Hakları Hareketi’ne; Vietnam Savaş Protestolarından Seattle Mücadelesine dek ABD’deki en temel mücadele ve hareketlerinin hepsi insan hakları ve özgürlüklerini genişletmek için sabotaj ve doğrudan eylem taktiklerine başvurdu. Şimdi aynı taktikler hayvanlardan yana kullanılıyor. Bu taktikler insanlar  için kullanıldığında destekleyen ama hayvanlar için kullanıldığında kınayan herkes türcülük suçlusu ve bu insanların mantıksal tutarlılık kontrolüne  ihtiyacı var. Buradaki yenilik ALF’in kullandığı taktiklerde değil, bu taktiklerin özgürleştirmek istediği türlerde. Hayvan özgürlüğü insan özgürlüğü üzerinde gelişir; ama hayvan özgürlüğü insancılığı üstünlükçü değerlerinden kurtarırken hayat mücadelesini de bir sonraki kademeye doğru genişletir.

Hayvan Hakları ve Hayvan Refahı arasındaki fark nedir?

İnsanların hayvanların yaşadığı ızdıraplara ilgi gösterip bunu azaltmak için çalıştığı zamanlardan beri hayvan refahçılığı felsefesi kültürümüzün bir parçası. Hayvan refahı grupları 19. ve 20.yüzyıllarda  ABD ve İngiltere’de çok yaygındı;  ama 1970’lerden itibaren refah felsefesi insanların sömürmesine karşı hayvanlara daha güçlü bir koruma sağlama amacı güden bir haklar felsefesine dönüştü. Refahçılar hayvanlara” gereksiz” acı verilmemesi gerektiğine inanır, ve hayvanların çekmek zorunda bırakıldığı bütün acıların “insanca” yapılması gerektiğini öne sürer. İnsanlar gibi, hayvanların da çıkarları vardır- mesela acı çekmeme hakkı gibi- ve bu haklara saygı gösterilmelidir. Ancak refahçılar söz konusu insan çıkarları çok önemliyse bu hakların kurban edilebileceğine ya da savsaklanabileceğine inanır. Söz konusu refahçı görüşe dayanarak hayvanların çıkarları insan eğlencesinden (sirk, rodeo, boğa güreşleri, horoz dövüşleri ve benzeri) et tüketimine ve dirikesime kadar bir çok sebeple iptal edilebilir. Bu yüzden hayvan refahçılığı sadece sömürünün detaylarını düzenler, ona son vermez, insanların hayvanlardan üstün olduğuna, insanların hayvanlar üzerinde Allah vergisi bir egemenliği olduğu şeklindeki tür ayrımcısı belite inanır.

Hayvan hakları, hayvanların sözde daha büyük bir fayda ya da sonuç uğruna kurban edilmesine izin evren faydalanmacı refahçı belitleri reddeder. Hak kuramcıları eğer hayvanların hakları varsa-çünkü insanların hissetme yeteneği bulunuyor  ve bir hayatın öznesi durumundalar- o zaman hayvanların da aynı sebeplerle hakları olduğunu öne sürer. Dahası, hayvanların çıkarlarının insan çıkarları uğruna kurban edilemeyeceğini öne sürerler, bu da sonuç ne kadar iyi olursa olsun değişmez (mesela buna tıpta sözde bir ilerleme kaydetmek de dahildir). Bir çok insanın  “daha büyük bir amaç” uğruna bir insanı kurban etmenin ahlaken yanlış olduğunu kabul etmesi gibi hayvan hakları kuramcıları da aynı mantığı hayvanlara uygular. Hayvan hakları daha büyük kafesler değil boş kafesler talep eder. Hayvan hakları, insanların hayvanlardan üstün olduğu şeklindeki tür ayrımcısı hiyerarşiyi reddeder, bütün hayvanların acı ve zevki hissedebilme yeteneklerinde görece eşit olduğunu, hepsinin kompleks bir hayatın öznesi olduğunu öne sürer.

Hayvan Hakları hareketini var olan en dinamik hareket olarak görüyorsunuz; ama Zapatistalar ve Narmada Bachao Andolan gibi gruplar da hem dünya çapında  ilgi çektiler,  hem de hareketlerinde önemli başarılar elde ettiler. İddianızın doğruluğunu nasıl ispatlayabilirsiniz?

Bunu söylüyorum; çünkü  Hayvan Hakları hareketi küresel bir çerçevede büyük bir yoğunluk gösteriyor, toplumda, etik ve insan bilincinde güçlü değişimler yaratıyor. Doğrudan eylem bölümleri her gün düzinelerce kez endüstrilere saldırı düzenliyor, İngiltere’de bu durum o kadar etkili ki ekonomiye her yıl milyarlarca pound zarar veriliyor, bugün artık uluslararası biyoteknoloji ve ilaç şirketleri para  kaybediyorlar. İngiltere’deki doğrudan eylem düzenleyen anti-dirikesimci hareket bu yüzden El-Kaide’ye kıyasla ekonomi için daha büyük bir tehdit olarak algılanıyor. ABD’de ELF ve ALF en önemli iki “yerel terörizm” tehdidi olarak görülüyor, bunu FBI’ı terörizm tanımlarına inandığım için değil, hayvan özgürlüğünün şirketler ve tür ayrımcısı değerlere yönelik tehdidinin göstermesi açısından söylüyorum. Hayvan hakları küresel anlamda sadece ilgi çekmekle kalmıyor, bu gerçekten de küreselleşmiş bir hareket, insan hakları hareketlerine kıyasla insan paradigmalarını daha radikal şekillerde değişime uğratıyor. Gerçekten de, etiği insanlarla sınırlayan insancılıktaki hataları düzeltip etiği daha geniş bir ölçeğe yerleştiriyor ( Zapatistalar hayvan ve çevre konularını kavrama anlamında diğer insan hakları gruplarına  göre daha gelişmiştir). Hayvan özgürlüğü, ahlaki evrimimizdeki yeni mantıki gelişim. Hayvan özgürlüğü insanların son 200  sene içerisinde yaptığı etik ve politik gelişmeler  üzerinde gelişir ve onları mantıki sonuçlarına taşır.

ALF’in en önemli başarılarına örnek verebilir misiniz?

Genel olarak ALF eylemleri binlerce operasyona zarar verdi, bir çok işyerini kapattı, bir çok diğerini de saldırı korkusuyla daha ileri aşamaya geçmeden durdurdu.

İlk ALF eylemleri; Howard Ün., Bethesta Naval Araştırma Enst, California  Üniversitesi’nin değişik dalları, Oregon Üniversitesi, Pennsylvania  Üni., Texas Tech Üni., City of Hope, SEMA laboratuarları, Beltsville Tarımsal Araştırma Merkezi ve benzeri yerlerdeki deney laboratuarlarından kedi, köpek, tavşan,kobay fareleri, domuz gibi hayvanları ve primatları kurtardı. En önemli akınlardan biri 1984 yılı Mayıs ayında gerçekleşti, ALF Pennsylvania Üniversitesi kafa yaralanmaları laboratuarına girdi, burada primatlar metal başlıklarla pnömatik bir araca bağlanmış bir şekilde bekletiliyorlardı, amaç insanlarda kafa yaralanmalarını araştırmaktı. ALF buraya 60 bin dolarlık zarar verdi ve daha  önemlisi araştırmacıların maymunların acısını hiçe sayan zalimlik dolu sadist hareketlerinin belgelendiği 60 saatlik bantları da  çaldılar. Kurtarma “Unnecessary Fuss –Gereksiz Telaş” adındaki şok edici filmin çekilmesini sağladı, bu filmden sonra laboratuar kapatıldı. PETA’nın halkla  ilişkiler yardımıyla hayvanların esareti ve işkenceye uğratılmasına yönelik bir farkındalık sağlandı.

Aynı şekilde 1985 yılı Ocak ayında Los Angeles’ta, City of Hope Ulusal Tıp Merkezi’ndeki kurtarma eylemleri de ilerici bilim ve “insancıl araştırma” maskesi ardında yatan korkunç cehennem çukurlarını ifşa etti. ALF kurtarmaları ve ardından PETA aracılığıyla gelen medya ilgisi ve haber konferansları insanları köpeklerin ve diğer hayvanların maruz bırakıldığı özensiz ameliyatlar, yetersiz oranda ya da hiç bulunmayan ameliyat sonrası bakımı yüzünden acı çekmek zorunda kaldığı durumlar ya da kafeslerinde kanları akarak ölmeleri , kendi  dışkılarında boğularak öldükleri durumlar hakkında bilgilendirdi. Gazeteler  halkın öfkesini yansıtan mektuplarla doldu taştı, hükümetin yaptığı soruşturmalar sonunda Hayvan Refahı Kanunu’nu ihlal eden bir çok örnekle karşılaşıldı. Ulusal Sağlık Enstitüleri federal araştırma fonlarına ayırdığı 1 milyon dolardan fazla bir meblağı askıya aldı, deneyler durduruldu. Üç ay sonra ALF California Üniversitesi Riverside laboratuarına baskın düzenledi, burada Britches adında 3 haftalık bir makak maymunu kurtarıldı. Britches annesinden alınmış, göz kapakları dikilmiş bir şekilde bir tel kafese tıkılmıştı. PETA bu uç noktalardaki istismar hakkında hükümet organlarına resmi şikayet dilekçeleri doldurdu, kendi üyelerinden Kongre’deki vekillerine yazılar yazmasını istedi, ayrıca etkileyici bir video da hazırlandı. Kurtarmanın öncesi ve sonrasına dair resimler şaşırtıcıydı ve eylemin haklılığı da alenen ortadaydı. Bir kez daha, halk “bilim”in kapalı kapıları arkasında meydana gelen dehşet verici olayları öğrenmişti, Riverside da artık kara lekeyi hak etmiş oluyordu. ALF’in Britches’ın kurtardığı geceden sonra 17 araştırma projesinden 8’i tamamen durduruldu.

ALF sadece masum hayvanları kurtarmakla kalmıyordu, bilim maskesi altında yaşanan sadizmi de ifşa ediyordu, halkı da kurumsallaşmış hayvan istismarı hakkında eğitiyor, halkı dirikesim gibi çok nadiren tartışılan konularda fikir yürütmesi için bilgilendiriyordu, bir çok durumda da refahçı reformların hayata geçirilmesini sağlıyor ya da bazı operasyonların tamamen kapatılmasına sebep oluyordu.

İlk baskınlar kurtarma eylemleriydi ama zamanla esas mesele kundaklamaya, mal ve  mülke zarar verilmesine doğru kaydı. En yıkıcı etkiye sahip eylemlerden biri 1987 yılında yapıldı, Davis’teki California Üniversitesi’ne ait 20 araç ve hayvan teşhis bilimi laboratuarı ateşe verildi, 5.1 milyon dolarlık zarar verildi. 1992 yılı Şubat ayında Rod Coronado ve diğer ALF üyeleri Michigan Eyalet Üniversitesi’ndeki mink araştırma laboratuarını ateşe verdiler, 100,000 dolarlık zarara sebep oldular, kürk çiftliklerinde mink yetiştirmek için elde edilmiş 32 yıllık verinin yok olmasını sağladılar.1989 yılı Nisan ayında Tucson’daki Arizona Üniversitesi’ne yapılan saldırıda eylemciler 1,200 hayvanı kurtardı, üniversiteye 700,000 dolarlık zarar verildi. 1997 yılı Mayıs ayında Oregon’daki Arritola Mink Çiftliği’nden 10,000 mink kurtarıldı; bu, ABD’deki en büyük kurtarma eylemi oldu. Ekonomik anlamda en çok zararı ise Minnesota’daki Alaska Kürk Şirketi gördü, 1996 yılında yapılan eylemden sonra kürkler ve diğer eşyalar 2 milyon dolarlık  zarar görürken binaya da 250,000 dolardan fazla zarar verildi.

Etkili sonuçlar alınan saldırı listesi uzatılabilir, en son da 2004 yılı (röportaj 2005 yılında yapıldı) Kasım ayında meydana gelen eylemi sayabiliriz, burada Iowa üniversitesinin cehennemi andıran laboratuarlarından ve Bay Area’daki foie gras üreticilerine yönelik saldırılardan (2003) 400 hayvan kurtarıldı, bu eylemlerden sonra bu endüstrinin kötülüğüne yönelik ulusal tartışmalar yaşandı.

ALF’in düşmanlarına “şirket-devlet kompleksi” adını veriyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?

Eski tarz Marksist teoriye göre, devlet aygıtı kendi otonomisini arada bir özellikle de ulusal ya da federal anlamda kullansa da , temelde birleşik ekonomik iktidarın politik kanadıdır ve şirketler  için gereken her şeyi yapar. Kongre ile  FDA(Gıda ve İlaç İdaresi) ve EPA (Çevre Koruma Kuruluşu) gibi federal düzenleme aygıtları arasında bir bağlantı var; mesela, aynı çıkarlara sahipler ve bu çıkarları muhbirlere ve eylemcilere karşı  beraber koruyorlar. Monsanto gibi şirketlerin ve et, süt, ilaç gibi endüstrilerin CEOları Kongre’den veya federal organlardan kendi spesifik çıkarlarına uygun mevzuatların yasallaşması için gereken süre boyunca iş alıyorlar. ABD Kongre üyesi Bill Tauzin büyük bir ilaç lobicisi, Sağlık Sigortası reçeteli ilaç önergesinin Kongre’den geçmesinde büyük rol oynadı. Bu, ilaç endüstrisi için büyük bir başarıydı, böylece federal hükümetin reçeteli ilacın maliyetini görüşmek  için satın alma gücünü kullanmasının önüne geçilmiş oldu.

Son zamanlarda yapılan bir Frontline belgeseli büyük ilaç şirketlerinin ilaçların pazara sunulmasında hızlı bir yol izlediğini ve bu ilaçların tehlikeli yan etkilerini de FDA’in (Gıda ve İlaç İdaresi) tüketiciler yerine ilaç şirketlerini koruması sebebiyle görmezden geldiğini ortaya koydu. Vioxx ve Celebrex gibi ölümcül ilaçlarla alakalı son skandallar FDA’in bir şirket finosu olduğunu ortaya koyuyor, yoksa FDA’in kimseyi koruduğu filan yok. Şirket-devlet kompleksi gibi bir canavar var olduğu için doğrudan eylem ve büyük baskı taktikleri ilerici pozitif değişimler adına gerekli. Kölecik karşıtı Frederick Douglass’ın söylediği gibi, “ iktidar, karşılığında bir şey talep etmeden asla taviz vermez. Hiçbir zaman vermedi, hiçbir zaman vermeyecek.”

“Doğa etiği” dediğiniz şey ne?

Bütün Batı tarihi boyunca insanlar insanın insanla olan ilişkisi üzerine bir etik anlayışı geliştirdiler ama insanın hayvanlarla ve dünyayla olan bağını düzenleyen bir insan-doğa etiği geliştirmediler, eğer bu olduysa da nadiren olan bir şeydi. Doğal dünyaya yönelik merhamet ve hürmet etiği yerine Batı kültürü hayvanları makine olarak gören mekanik ve tahakkümcü bir ideoloji benimsedi. Bu uygarlığın evrim geçirmesi ve gezegenimizin şu andaki küresel çevre krizini aşarak hayatta kalabilmesi için gelişmiş teknolojik kültürlerin insancılığın sınırlarını aşan ve toplumumuzu daha büyük terimlerle, mesela bir biyotoplum olarak tanımlayan yeni bir etik anlayışını benimsemesi gerekiyor.

Şiddeti nasıl tanımlıyorsunuz, bu tanım sizin ahlaki şemanıza nasıl oturuyor?

Nesnelere yönelik saldırılara şiddet demiyorum (Vandalizm, sabotaj ve diğer terimler daha uygun bence) ama hayvanlara yönelik saldırıları kesinlikle şiddet olarak görüyorum.  Tür ayrımcısı toplumumuzda hayvanların şiddet ve terörizm tanımlarının dışında tutulması raslantı değil,b u tanımlar insan çıkarlarına uygun sadece. Eğer terörizm ve  şiddet terimleri en meşru şekilde insan olmayan türleri de kapsayarak genişletilseydi o zaman şiddet ve terörizmin araçlarının gerçek kimliklerini çabucak fark ederdik. Sadece eşyaya saldırıp hayata saldırmadığı için ALF şiddet içermeyen bir kuruluş; şiddetsizlik onların en temel değeri. 30 yıldan fazla bir süredir dünya çapında süren eylemlere rağmen tek bir insanın yaralanmamış ya da öldürülmemiş olması bir raslantı değil, çoğu av sabota ekiplerinden insanlar ya da doğrudan eylemciler devletlerin ve hayvan sömürü endüstrilerinin ellerinde  şiddete maruz kaldılar, şiddet kurbanı oldular. Eğer şiddet derken kastettiğiniz eşyaya, mala, mülke yönelik saldırıysa, eğer bu terim hayvanları sömürenlerin çıkarlarını hayvanların çıkarların üstte tutan türcü tanıma uygunsa o zaman evet, ben köleleştirilmiş hayvanı özgürlüğüne kavuşturacak her durumda “şiddet”i destekliyorum.

Mala mülke yönelik yıkım eylemlerinin ve diğer sabotaj biçimlerinin potansiyel eylemcilerde yabancılaşma yaratması anlamında, bir bütün olarak harekete zarar verici bir nitelik taşıdığını düşünüyor musunuz?

Potansiyel olarak yabancılık hissi yarattığı insan sayısı kadar insana da ilham veriyor, harekete geçiriyor. Sabotajın hayvan haklarının insanların gözündeki imajına verdiği zarar eylemlerin daha dikkatli bir şekilde ayarlanmasıyla ve ardından da basınla etkili bir şekilde bağlantıya geçerek başarılabilir, Kuzey Amerika Hayvan Özgürlüğü  Basın Ofisi de bunu yapıyor zaten. Bu ofis Dr. Jerry Vlasak ve benim tarafımdan kuruldu. İnsanların sabotaj gibi eylemleri nasıl algıladığı ciddi bir problem ama,  bu eylemlerin hayvan sömürü endüstrileri,ve çeşitli hizmet sağlayıcılar üzerindeki etkisi de aynı derecede, hatta daha fazla önemli. Bu durumun etkisi ALF ve SHAC gibi gruplarla çok açık bir şekilde ortaya konuyor.

ALF kendini şiddete yönelik bir oluşum olarak görüyor mu?

ALF şiddetsizlik prensibine uyuyor, bir yandan da mal ve  mülklerine saldırı düzenledikleri insanlara fiziksel anlamda zarar vermemek için gereken önlemleri alıyor. ALF binlerce eylem içerisinde ve 30 seneden fazla bir süredir tek bir kişiye bile zarar vermediklerini iddia ediyor. ALF prensipleri bildirisine göre, “ALF hiçbir şekilde hiçbir hayvana ya da insana karşı şiddet eylemlerine başvurmaz. Şiddet içeren hiçbir eylem daha baştan ALF eylemi değildir, bunu yapan kişiler de ALF üyesi değildir.”

ALF insanlara yönelik şiddetten uzak dursa da mal ve  mülkün yok edilmesine şiddet denmesine de karşı çıkar. ALF hayvanları sömüren endüstrileri koruyan yasaların adaletsiz olduğu ve kendilerinin de daha büyük bir hayvan hakları ahlaki prensibine uyarak bu yasaları çiğnediği prensibine dayanır. ALF sözcüsü ALF’in etik temellerini şöyle özetliyor, “ eğer birisine ait bir eşya,mal veya mülk masum hayvanların hayatlarının yok edilmesi, o hayvanların acı ve ızdırap çekmesi için kullanılıyorsa, o zaman o eşyanın, malın veya mülkün yok edilmesi ahlaken doğrudur. Nazi Almanya’sındaki özgürlük savaşçılarının gaz odalarını yok etmesinden farklı değil. ALF hayatın nesnelerden daha önemli olduğuna inanıyor.”

ALF’in eylemlerini haklı bulmaya yönelik gerekçelerinizden biri, onların ahlaken bir temeli olduğuna inandığınız ideolojilerini takip ediyor olmaları. Diğer “teröristlerin” eylemlerini kınamaya devam ederken bu standarda dayalı bir yıkım eylemini nasıl haklı görebilirsiniz?

Terörizmin tanımı göreceli değildir, insanın ALF’le El-Kaide arasındaki farkı görmemesi türünden bir şey yok. Terörist bir grup kendi hedefleri uğruna masum insanlara saldırır ve onları öldürür. ALF sadece hayvanları sömürenlere saldırır, sadece onların eşyalarına, mal ve mülklerine saldırır, asla kendilerine saldırmaz, ve baskı altındaki hayvanlardan yana taraf tutar. Kelimeyi hangi anlamıyla alırsanız alın, bu terörist bir grup değil. Sabotaj ya da şiddet eylemi olsun fark etmez, bu tür eylemler bu eyleme başvuran grup diğer grubun iktidarına ve gücüne haksız bir şekilde boyun eğdiriliyorsa ve alternatif eylemler denenmiş ve başarısız olmuşsa, haklı eylemlerdir. Burada ahlaki öfkemizi doğru bir perspektifle algılamalıyız- hayvan özgürlüğü adına pencereleri kıran insanlarla temelde bütün meselesi çıkar elde etmek olan ve bilimsel geçerliliği kuşkulu ya da çok az “araştırmalar” adına hayvanların kafataslarını kıran, hayvanları yakan, kör bırakan ve vücutlarını kesen insanlar arasında büyük bir fark var.

ALF’e yönelik eleştirilerden biri ALF’in şiddete başvurması ve şiddet kullanmanın da içsel anlamda yanlış olması. ALF bu eleştiriye, kendilerinin ve mesela Huntingdon Life Sciences (HLS) şiddet derecelerini karşılaştırarak cevap veriyor. Ama bu tavır sizce “içsel yanlış” noktasını gözden kaçırmıyor mu? Bir taraftaki şiddet diğer taraftaki şiddeti haklı çıkarır mı?

Şiddete sadece  şiddet son verebiliyorsa, evet. Ben pasifist ya da Gandi yanlısı değilim. 19. Yüzyılda Amerika’daki kölelik sorununu, Almanya’da Nazi sorununu ya da 20. yüzyılda ABD’nin Orta Amerika’da desteklediği faşist  cuntaları sevgi, merhamet ve “pasif direniş” yoluyla  çözebileceğimize  inanmıyorum. Şiddet içermeyen alternatifler bulunduğunda asla şiddete başvurmamamız lazım, ama ne yazık durum her zaman öyle olmuyor.

Lütfen kendi etik standartlarınızı açıklayın. Bir akla, mantığa ve hissetme yeteneğine sahip olmanın rolünü açıklayın.

Gerçekten böyle yapmayı gerektirecek bir sebep olmadıkça  bir canlının bir diğer canlıya zarar vermemesi gerektiğine inanıyorum. Şirketlerin ve sömürücülerin hayvanları yaralayıp öldürmesi için gerçek bir sebebi yok, ama onların şiddetine direnenler kuvvetli karşı taktikler kullanmak için sağlam sebepleri bulunuyor. Canlıları ahlaki toplumun bir üyesi ve hak sahibi yapan şey onların hissetme yeteneğine sahip olması, yoksa akla sahip olması değil. İnsanların görmezden gelip istismar ettiği hayvanlara yönelik ciddi yükümlülükleri bulunuyor. Bu da hayvan haklarını da içerecek (hayvan refahını değil) daha geniş bir doğa etiğine doğru yol aldığımız sürece değişebilir. İnsanların bu hakikatleri akıl yürütme yoluyla fark edebilmesi gerekir, akıl hala daha kimin ahlaki yükümlülükleri olduğu ve bu yükümlülüklerin doğası konusunda karar vermek için hayati öneme sahip bir güç. Ben bütün ahlakın duygulardan kaynaklandığına inanan birisi değilim, ahlak duygulardan başlar, sağlam ahlaki önsezilerimiz vardır; ama inançlarla ve önsezilerle ilgili etik akıl yürütmeler ve gerekçeler akıl ve mantık meselesidir.

Etik anlayışınızı hissetme yeteneğine sahip olmayan doğayı ya da “derin ekolojiyi” kapsayacak denli genişletiyor musunuz? ELF’i de ALF’i savunduğunuz gibi savunur musunuz?

Evet. Hayvan haklarının sorunlarından birisi yeterince kapsayıcı bir etik olmaması; çünkü açık bir çevreci bakışa sahip değil. Sadece hayvanları değil, bütün doğayı koruyan ve savunan bir doğa etiğine ihtiyacımız var. ELF’i ALF gibi kesinlikle savunurum, bunlar birbiriyle bağlantılı mücadeleler, hatta bazen de aynı eylemlerden oluşuyorlar. Ama derin ekoloji gibi, ikisi de insan hakları, hayvan hakları ve dünyanın korunması ve bütünlüğü mücadelelerini birbirine bağlayan yeterli bir sosyal kurama ve toplumsal politikaya sahip değil.

Çeviri:CemC

ALF nedir? Lütfen taktikleri, “ideoloji”leri ve etik duruşları konusunda bize bilgi verin.

ALF  hayvanları sömürünün dehşetinden ve esaretinden kurtarmak adına bilinçli olarak yasayı  çiğneyen insanlardan oluşmuş birbiriyle gevşek bir şekilde alakalı hücreler topluluğudur. Bir hücredeki eylemciler diğer hücredekilerin ne yaptığını bilmediği için, hiyerarşik olmayan yapıları ve anonimlikleri yasal otoritelerin bu kuruluşu yok etmesinin önüne bir engel olarak çıkar. Hayvan özgürlüğü eylemcileri ister kürk çiftlikleri, ister üniversite laboratuarları olsun, hayvanları serbest bırakmak ya da kurtarmak için yasal olmayan şekillerdede bu binalara veya yapılara girerler. Ayrıca hayvanlara yapılan zararı önlemek ve sömürü endüstrilerini ekonomik olarak zayıflatmak için o yapılardaki mal ve mülkleri yok ederler.

Resmi ALF prensipleri şunlardır:

–          Hayvanları sömürü mekanlarından kurtarmak,

–          Hayvan sömürüsünden çıkar elde eden endüstrilere ekonomik hasar vermek,

–          Kapalı kapılar arkasında hayvanlara karşı işlenen dehşet verici, korkunç zulümleri ifşa etmek,

–          İnsan ya da insan olmayan hayvanlara zarar vermemek için gereken bütün önlemleri almak

Bu prensiplere uyarak hareket eden -ve vegan olan -herkes  ALF’tir.

ALF’teki erkek ve kadınlar Nazi Almanya’sında savaş tutuklularını ve Soykırım kurbanlarını serbest bırakan, Nazilerin kurbanlarına işkence edip onları öldürmek için kullandığı silah, tren yolları ve gaz fırınlarını yok eden özgürlük savaşçılarına benzetiyor. Güney Afrika’da özgürlük uğruna şiddeti destekleyen ve şiddete başvuran Nelson Mandela’nın ırk ayrımcılığı karşıtı hareketi ya da şu anda İsrailli zalimlere karşı mücadelelerini sürdüren Filistinlileri de kendilerini benzettikleri diğer oluşumlar arasında sayabiliriz.

Aynı şekilde, özgürlüklerine kavuşturdukları hayvanlar için veteriner bakımı ve bir de yuva buldukları düşünülürse bir benzetme de ABD’deki Undergroud railroad hareketiyle yapılabilir. Bu hareket 1800’lerde kaçak insan  kölelerin eyaletlerden kaçıp Kanada’ya gitmesine yardım ediyordu. Şirket toplumu, devlet ve medyanın özgürlükçüleri terörist olarak damgalamasına rağmen ALF geçen iki yüzyılın en büyük bazı özgürlük savaşçılarına önemli benzerlikler gösteriyor; ayrıca hayata karşı sürüp giden şiddeti ve kana susamışlığı sona erdirme arayışı ve diğer türler için adaleti yerine getirme arzusuyla da çağdaş barış ve adalet hareketlerine benziyor.

Hayvanların temel haklara sahip olduğu görüşünden yola çıkan hayvan özgürlükçüleri, bilim adamlarının ya da endüstrilerin hayvanları bir eşya gibi sahiplenebileceği argümanını reddeder. Yani hayvanların yaşama, özgür olma ve mutlu olma hakları vardır, bunların hepsi de hayvanların derilerine yakarak vurulan mal statüsüyle damgasıyla çelişiyor.

İnsan çıkarlarının hayvan çıkarları üzerinde tutulması türcülüktür, bu da önyargıya ve ayrımcılığa dayalı bir inanç sistemi olup ırkçılık ya da cinsiyet ayrımcılığı gibi etik olarak hatalı ve felsefi anlamda da temelsizdir, ama anlamları itibarıyle ölümcül ve bağlayıcıdır. Bu yüzden, ALF; hayvanların kürk çiftlikleri veya laboratuarlardan çalınması için değil, özgürlüklerine kavuşturulması için mücadele eder; birisi hayvan sömürenlerin cansız mal ve mülklerini kullanılamaz hale getirdiğinde o kişinin canlıların haklarının ihlal edilmesi suretiyle yanlış bir şekilde kullanılan şeyi düzelttiğine inanır.

ALF şirket-devlet kompleksinin yarattığından daha yüce bir yasa olduğuna inanır, bu, ABD politik  sisteminin çürümüş ve taraflı heykellerinin ötesine geçen ahlaki bir yasadır. Yasa yanlış olduğu zaman, doğru olan şey, onu çiğnemektir. Tarihte ahlaki ilerlemeler sıklıkla bu tarzda meydana gelmiştir, Amerikan köleciliğinin yenilmesinden Hitler’in anti-semitizminin mağlup edilmesine ya da Alabama’daki “sadece beyazlar” yazılı cafelerdeki oturma eylemlerine dek  bir çok durumda bu böyle olmuştur.

Boston Çay Partisi’ni sivil itaatsizliğe başvurmanın tarihi bir örneği olarak görüyorsunuz. ALF bu itaatsizlik tarihinin( ve doğrudan eylemin) nasıl bir sonucu olabiliyor ve ayrıca nasıl oluyor da yepyeni bir oluşuma dönüşüyor?

1773’te  Sons of Liberty adlı yer altı oluşumunun 50 üyesi 342 sandık İngiliz çayını Boston limanından denize döktü; çünkü çay üzerindeki yüksek vergiyi ve genelde İngiliz hakimiyetini protesto ediyorlardı. Sonunda koloniler bir çok sabotaj taktiği, şiddet eylemleri kullanarak ve nihayetinde savaşarak İngilizlerin iktidarının altını kazmayı, yeni yeni ortaya çıkan bir ulusun iradesini oluşturmayı ve bağımsızlığı kazanmayı başardılar.

Amaçsız bir yıkım eylemi olmaktan öte, mal ve mülke zara vermek meşru bir adalet çağrısıydı, bunu başarmanın güçlü bir yoluydu ve halen de öyledir. Sivil itaatsizlik ve sabotaj bir çok modern özgürlük mücadelesi için katalizör görevi gördü. Boston Çay Partisi’nden  Underground Railroad’a, Sufrajelerden İnsan Hakları Hareketi’ne; Vietnam Savaş Protestolarından Seattle Mücadelesine dek ABD’deki en temel mücadele ve hareketlerinin hepsi insan hakları ve özgürlüklerini genişletmek için sabotaj ve doğrudan eylem taktiklerine başvurdu. Şimdi aynı taktikler hayvanlardan yana kullanılıyor. Bu taktikler insanlar  için kullanıldığında destekleyen ama hayvanlar için kullanıldığında kınayan herkes türcülük suçlusu ve bu insanların mantıksal tutarlılık kontrolüne  ihtiyacı var. Buradaki yenilik ALF’in kullandığı taktiklerde değil, bu taktiklerin özgürleştirmek istediği türlerde. Hayvan özgürlüğü insan özgürlüğü üzerinde gelişir; ama hayvan özgürlüğü insancılığı üstünlükçü değerlerinden kurtarırken hayat mücadelesini de bir sonraki kademeye doğru genişletir.

Hayvan Hakları ve Hayvan Refahı arasındaki fark nedir?

İnsanların hayvanların yaşadığı ızdıraplara ilgi gösterip bunu azaltmak için çalıştığı zamanlardan beri hayvan refahçılığı felsefesi kültürümüzün bir parçası. Hayvan refahı grupları 19. ve 20.yüzyıllarda  ABD ve İngiltere’de çok yaygındı;  ama 1970’lerden itibaren refah felsefesi insanların sömürmesine karşı hayvanlara daha güçlü bir koruma sağlama amacı güden bir haklar felsefesine dönüştü. Refahçılar hayvanlara” gereksiz” acı verilmemesi gerektiğine inanır, ve hayvanların çekmek zorunda bırakıldığı bütün acıların “insanca” yapılması gerektiğini öne sürer. İnsanlar gibi, hayvanların da çıkarları vardır- mesela acı çekmeme hakkı gibi- ve bu haklara saygı gösterilmelidir. Ancak refahçılar söz konusu insan çıkarları çok önemliyse bu hakların kurban edilebileceğine ya da savsaklanabileceğine inanır. Söz konusu refahçı görüşe dayanarak hayvanların çıkarları insan eğlencesinden (sirk, rodeo, boğa güreşleri, horoz dövüşleri ve benzeri) et tüketimine ve dirikesime kadar bir çok sebeple iptal edilebilir. Bu yüzden hayvan refahçılığı sadece sömürünün detaylarını düzenler, ona son vermez, insanların hayvanlardan üstün olduğuna, insanların hayvanlar üzerinde Allah vergisi bir egemenliği olduğu şeklindeki tür ayrımcısı belite inanır.

Hayvan hakları, hayvanların sözde daha büyük bir fayda ya da sonuç uğruna kurban edilmesine izin evren faydalanmacı refahçı belitleri reddeder. Hak kuramcıları eğer hayvanların hakları varsa-çünkü insanların hissetme yeteneği bulunuyor  ve bir hayatın öznesi durumundalar- o zaman hayvanların da aynı sebeplerle hakları olduğunu öne sürer. Dahası, hayvanların çıkarlarının insan çıkarları uğruna kurban edilemeyeceğini öne sürerler, bu da sonuç ne kadar iyi olursa olsun değişmez (mesela buna tıpta sözde bir ilerleme kaydetmek de dahildir). Bir çok insanın  “daha büyük bir amaç” uğruna bir insanı kurban etmenin ahlaken yanlış olduğunu kabul etmesi gibi hayvan hakları kuramcıları da aynı mantığı hayvanlara uygular. Hayvan hakları daha büyük kafesler değil boş kafesler talep eder. Hayvan hakları, insanların hayvanlardan üstün olduğu şeklindeki tür ayrımcısı hiyerarşiyi reddeder, bütün hayvanların acı ve zevki hissedebilme yeteneklerinde görece eşit olduğunu, hepsinin kompleks bir hayatın öznesi olduğunu öne sürer.

Hayvan Hakları hareketini var olan en dinamik hareket olarak görüyorsunuz; ama Zapatistalar ve Narmada Bachao Andolan gibi gruplar da hem dünya çapında  ilgi çektiler,  hem de hareketlerinde önemli başarılar elde ettiler. İddianızın doğruluğunu nasıl ispatlayabilirsiniz?

Bunu söylüyorum; çünkü  Hayvan Hakları hareketi küresel bir çerçevede büyük bir yoğunluk gösteriyor, toplumda, etik ve insan bilincinde güçlü değişimler yaratıyor. Doğrudan eylem bölümleri her gün düzinelerce kez endüstrilere saldırı düzenliyor, İngiltere’de bu durum o kadar etkili ki ekonomiye her yıl milyarlarca pound zarar veriliyor, bugün artık uluslararası biyoteknoloji ve ilaç şirketleri para  kaybediyorlar. İngiltere’deki doğrudan eylem düzenleyen anti-dirikesimci hareket bu yüzden El-Kaide’ye kıyasla ekonomi için daha büyük bir tehdit olarak algılanıyor. ABD’de ELF ve ALF en önemli iki “yerel terörizm” tehdidi olarak görülüyor, bunu FBI’ı terörizm tanımlarına inandığım için değil, hayvan özgürlüğünün şirketler ve tür ayrımcısı değerlere yönelik tehdidinin göstermesi açısından söylüyorum. Hayvan hakları küresel anlamda sadece ilgi çekmekle kalmıyor, bu gerçekten de küreselleşmiş bir hareket, insan hakları hareketlerine kıyasla insan paradigmalarını daha radikal şekillerde değişime uğratıyor. Gerçekten de, etiği insanlarla sınırlayan insancılıktaki hataları düzeltip etiği daha geniş bir ölçeğe yerleştiriyor ( Zapatistalar hayvan ve çevre konularını kavrama anlamında diğer insan hakları gruplarına  göre daha gelişmiştir). Hayvan özgürlüğü, ahlaki evrimimizdeki yeni mantıki gelişim. Hayvan özgürlüğü insanların son 200  sene içerisinde yaptığı etik ve politik gelişmeler  üzerinde gelişir ve onları mantıki sonuçlarına taşır.

ALF’in en önemli başarılarına örnek verebilir misiniz?

Genel olarak ALF eylemleri binlerce operasyona zarar verdi, bir çok işyerini kapattı, bir çok diğerini de saldırı korkusuyla daha ileri aşamaya geçmeden durdurdu.

İlk ALF eylemleri; Howard Ün., Bethesta Naval Araştırma Enst, California  Üniversitesi’nin değişik dalları, Oregon Üniversitesi, Pennsylvania  Üni., Texas Tech Üni., City of Hope, SEMA laboratuarları, Beltsville Tarımsal Araştırma Merkezi ve benzeri yerlerdeki deney laboratuarlarından kedi, köpek, tavşan,kobay fareleri, domuz gibi hayvanları ve primatları kurtardı. En önemli akınlardan biri 1984 yılı Mayıs ayında gerçekleşti, ALF Pennsylvania Üniversitesi kafa yaralanmaları laboratuarına girdi, burada primatlar metal başlıklarla pnömatik bir araca bağlanmış bir şekilde bekletiliyorlardı, amaç insanlarda kafa yaralanmalarını araştırmaktı. ALF buraya 60 bin dolarlık zarar verdi ve daha  önemlisi araştırmacıların maymunların acısını hiçe sayan zalimlik dolu sadist hareketlerinin belgelendiği 60 saatlik bantları da  çaldılar. Kurtarma “Unnecessary Fuss –Gereksiz Telaş” adındaki şok edici filmin çekilmesini sağladı, bu filmden sonra laboratuar kapatıldı. PETA’nın halkla  ilişkiler yardımıyla hayvanların esareti ve işkenceye uğratılmasına yönelik bir farkındalık sağlandı.

Aynı şekilde 1985 yılı Ocak ayında Los Angeles’ta, City of Hope Ulusal Tıp Merkezi’ndeki kurtarma eylemleri de ilerici bilim ve “insancıl araştırma” maskesi ardında yatan korkunç cehennem çukurlarını ifşa etti. ALF kurtarmaları ve ardından PETA aracılığıyla gelen medya ilgisi ve haber konferansları insanları köpeklerin ve diğer hayvanların maruz bırakıldığı özensiz ameliyatlar, yetersiz oranda ya da hiç bulunmayan ameliyat sonrası bakımı yüzünden acı çekmek zorunda kaldığı durumlar ya da kafeslerinde kanları akarak ölmeleri , kendi  dışkılarında boğularak öldükleri durumlar hakkında bilgilendirdi. Gazeteler  halkın öfkesini yansıtan mektuplarla doldu taştı, hükümetin yaptığı soruşturmalar sonunda Hayvan Refahı Kanunu’nu ihlal eden bir çok örnekle karşılaşıldı. Ulusal Sağlık Enstitüleri federal araştırma fonlarına ayırdığı 1 milyon dolardan fazla bir meblağı askıya aldı, deneyler durduruldu. Üç ay sonra ALF California Üniversitesi Riverside laboratuarına baskın düzenledi, burada Britches adında 3 haftalık bir makak maymunu kurtarıldı. Britches annesinden alınmış, göz kapakları dikilmiş bir şekilde bir tel kafese tıkılmıştı. PETA bu uç noktalardaki istismar hakkında hükümet organlarına resmi şikayet dilekçeleri doldurdu, kendi üyelerinden Kongre’deki vekillerine yazılar yazmasını istedi, ayrıca etkileyici bir video da hazırlandı. Kurtarmanın öncesi ve sonrasına dair resimler şaşırtıcıydı ve eylemin haklılığı da alenen ortadaydı. Bir kez daha, halk “bilim”in kapalı kapıları arkasında meydana gelen dehşet verici olayları öğrenmişti, Riverside da artık kara lekeyi hak etmiş oluyordu. ALF’in Britches’ın kurtardığı geceden sonra 17 araştırma projesinden 8’i tamamen durduruldu.

ALF sadece masum hayvanları kurtarmakla kalmıyordu, bilim maskesi altında yaşanan sadizmi de ifşa ediyordu, halkı da kurumsallaşmış hayvan istismarı hakkında eğitiyor, halkı dirikesim gibi çok nadiren tartışılan konularda fikir yürütmesi için bilgilendiriyordu, bir çok durumda da refahçı reformların hayata geçirilmesini sağlıyor ya da bazı operasyonların tamamen kapatılmasına sebep oluyordu.

İlk baskınlar kurtarma eylemleriydi ama zamanla esas mesele kundaklamaya, mal ve  mülke zarar verilmesine doğru kaydı. En yıkıcı etkiye sahip eylemlerden biri 1987 yılında yapıldı, Davis’teki California Üniversitesi’ne ait 20 araç ve hayvan teşhis bilimi laboratuarı ateşe verildi, 5.1 milyon dolarlık zarar verildi. 1992 yılı Şubat ayında Rod Coronado ve diğer ALF üyeleri Michigan Eyalet Üniversitesi’ndeki mink araştırma laboratuarını ateşe verdiler, 100,000 dolarlık zarara sebep oldular, kürk çiftliklerinde mink yetiştirmek için elde edilmiş 32 yıllık verinin yok olmasını sağladılar.1989 yılı Nisan ayında Tucson’daki Arizona Üniversitesi’ne yapılan saldırıda eylemciler 1,200 hayvanı kurtardı, üniversiteye 700,000 dolarlık zarar verildi. 1997 yılı Mayıs ayında Oregon’daki Arritola Mink Çiftliği’nden 10,000 mink kurtarıldı; bu, ABD’deki en büyük kurtarma eylemi oldu. Ekonomik anlamda en çok zararı ise Minnesota’daki Alaska Kürk Şirketi gördü, 1996 yılında yapılan eylemden sonra kürkler ve diğer eşyalar 2 milyon dolarlık  zarar görürken binaya da 250,000 dolardan fazla zarar verildi.

Etkili sonuçlar alınan saldırı listesi uzatılabilir, en son da 2004 yılı (röportaj 2005 yılında yapıldı) Kasım ayında meydana gelen eylemi sayabiliriz, burada Iowa üniversitesinin cehennemi andıran laboratuarlarından ve Bay Area’daki foie gras üreticilerine yönelik saldırılardan (2003) 400 hayvan kurtarıldı, bu eylemlerden sonra bu endüstrinin kötülüğüne yönelik ulusal tartışmalar yaşandı.

ALF’in düşmanlarına “şirket-devlet kompleksi” adını veriyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?

Eski tarz Marksist teoriye göre, devlet aygıtı kendi otonomisini arada bir özellikle de ulusal ya da federal anlamda kullansa da , temelde birleşik ekonomik iktidarın politik kanadıdır ve şirketler  için gereken her şeyi yapar. Kongre ile  FDA(Gıda ve İlaç İdaresi) ve EPA (Çevre Koruma Kuruluşu) gibi federal düzenleme aygıtları arasında bir bağlantı var; mesela, aynı çıkarlara sahipler ve bu çıkarları muhbirlere ve eylemcilere karşı  beraber koruyorlar. Monsanto gibi şirketlerin ve et, süt, ilaç gibi endüstrilerin CEOları Kongre’den veya federal organlardan kendi spesifik çıkarlarına uygun mevzuatların yasallaşması için gereken süre boyunca iş alıyorlar. ABD Kongre üyesi Bill Tauzin büyük bir ilaç lobicisi, Sağlık Sigortası reçeteli ilaç önergesinin Kongre’den geçmesinde büyük rol oynadı. Bu, ilaç endüstrisi için büyük bir başarıydı, böylece federal hükümetin reçeteli ilacın maliyetini görüşmek  için satın alma gücünü kullanmasının önüne geçilmiş oldu.

Son zamanlarda yapılan bir Frontline belgeseli büyük ilaç şirketlerinin ilaçların pazara sunulmasında hızlı bir yol izlediğini ve bu ilaçların tehlikeli yan etkilerini de FDA’in (Gıda ve İlaç İdaresi) tüketiciler yerine ilaç şirketlerini koruması sebebiyle görmezden geldiğini ortaya koydu. Vioxx ve Celebrex gibi ölümcül ilaçlarla alakalı son skandallar FDA’in bir şirket finosu olduğunu ortaya koyuyor, yoksa FDA’in kimseyi koruduğu filan yok. Şirket-devlet kompleksi gibi bir canavar var olduğu için doğrudan eylem ve büyük baskı taktikleri ilerici pozitif değişimler adına gerekli. Kölecik karşıtı Frederick Douglass’ın söylediği gibi, “ iktidar, karşılığında bir şey talep etmeden asla taviz vermez. Hiçbir zaman vermedi, hiçbir zaman vermeyecek.”

“Doğa etiği” dediğiniz şey ne?

Bütün Batı tarihi boyunca insanlar insanın insanla olan ilişkisi üzerine bir etik anlayışı geliştirdiler ama insanın hayvanlarla ve dünyayla olan bağını düzenleyen bir insan-doğa etiği geliştirmediler, eğer bu olduysa da nadiren olan bir şeydi. Doğal dünyaya yönelik merhamet ve hürmet etiği yerine Batı kültürü hayvanları makine olarak gören mekanik ve tahakkümcü bir ideoloji benimsedi. Bu uygarlığın evrim geçirmesi ve gezegenimizin şu andaki küresel çevre krizini aşarak hayatta kalabilmesi için gelişmiş teknolojik kültürlerin insancılığın sınırlarını aşan ve toplumumuzu daha büyük terimlerle, mesela bir biyotoplum olarak tanımlayan yeni bir etik anlayışını benimsemesi gerekiyor.

Şiddeti nasıl tanımlıyorsunuz, bu tanım sizin ahlaki şemanıza nasıl oturuyor?

Nesnelere yönelik saldırılara şiddet demiyorum (Vandalizm, sabotaj ve diğer terimler daha uygun bence) ama hayvanlara yönelik saldırıları kesinlikle şiddet olarak görüyorum.  Tür ayrımcısı toplumumuzda hayvanların şiddet ve terörizm tanımlarının dışında tutulması raslantı değil,b u tanımlar insan çıkarlarına uygun sadece. Eğer terörizm ve  şiddet terimleri en meşru şekilde insan olmayan türleri de kapsayarak genişletilseydi o zaman şiddet ve terörizmin araçlarının gerçek kimliklerini çabucak fark ederdik. Sadece eşyaya saldırıp hayata saldırmadığı için ALF şiddet içermeyen bir kuruluş; şiddetsizlik onların en temel değeri. 30 yıldan fazla bir süredir dünya çapında süren eylemlere rağmen tek bir insanın yaralanmamış ya da öldürülmemiş olması bir raslantı değil, çoğu av sabota ekiplerinden insanlar ya da doğrudan eylemciler devletlerin ve hayvan sömürü endüstrilerinin ellerinde  şiddete maruz kaldılar, şiddet kurbanı oldular. Eğer şiddet derken kastettiğiniz eşyaya, mala, mülke yönelik saldırıysa, eğer bu terim hayvanları sömürenlerin çıkarlarını hayvanların çıkarların üstte tutan türcü tanıma uygunsa o zaman evet, ben köleleştirilmiş hayvanı özgürlüğüne kavuşturacak her durumda “şiddet”i destekliyorum.

Mala mülke yönelik yıkım eylemlerinin ve diğer sabotaj biçimlerinin potansiyel eylemcilerde yabancılaşma yaratması anlamında, bir bütün olarak harekete zarar verici bir nitelik taşıdığını düşünüyor musunuz?

Potansiyel olarak yabancılık hissi yarattığı insan sayısı kadar insana da ilham veriyor, harekete geçiriyor. Sabotajın hayvan haklarının insanların gözündeki imajına verdiği zarar eylemlerin daha dikkatli bir şekilde ayarlanmasıyla ve ardından da basınla etkili bir şekilde bağlantıya geçerek başarılabilir, Kuzey Amerika Hayvan Özgürlüğü  Basın Ofisi de bunu yapıyor zaten. Bu ofis Dr. Jerry Vlasak ve benim tarafımdan kuruldu. İnsanların sabotaj gibi eylemleri nasıl algıladığı ciddi bir problem ama,  bu eylemlerin hayvan sömürü endüstrileri,ve çeşitli hizmet sağlayıcılar üzerindeki etkisi de aynı derecede, hatta daha fazla önemli. Bu durumun etkisi ALF ve SHAC gibi gruplarla çok açık bir şekilde ortaya konuyor.

ALF kendini şiddete yönelik bir oluşum olarak görüyor mu?

ALF şiddetsizlik prensibine uyuyor, bir yandan da mal ve  mülklerine saldırı düzenledikleri insanlara fiziksel anlamda zarar vermemek için gereken önlemleri alıyor. ALF binlerce eylem içerisinde ve 30 seneden fazla bir süredir tek bir kişiye bile zarar vermediklerini iddia ediyor. ALF prensipleri bildirisine göre, “ALF hiçbir şekilde hiçbir hayvana ya da insana karşı şiddet eylemlerine başvurmaz. Şiddet içeren hiçbir eylem daha baştan ALF eylemi değildir, bunu yapan kişiler de ALF üyesi değildir.”

ALF insanlara yönelik şiddetten uzak dursa da mal ve  mülkün yok edilmesine şiddet denmesine de karşı çıkar. ALF hayvanları sömüren endüstrileri koruyan yasaların adaletsiz olduğu ve kendilerinin de daha büyük bir hayvan hakları ahlaki prensibine uyarak bu yasaları çiğnediği prensibine dayanır. ALF sözcüsü ALF’in etik temellerini şöyle özetliyor, “ eğer birisine ait bir eşya,mal veya mülk masum hayvanların hayatlarının yok edilmesi, o hayvanların acı ve ızdırap çekmesi için kullanılıyorsa, o zaman o eşyanın, malın veya mülkün yok edilmesi ahlaken doğrudur. Nazi Almanya’sındaki özgürlük savaşçılarının gaz odalarını yok etmesinden farklı değil. ALF hayatın nesnelerden daha önemli olduğuna inanıyor.”

ALF’in eylemlerini haklı bulmaya yönelik gerekçelerinizden biri, onların ahlaken bir temeli olduğuna inandığınız ideolojilerini takip ediyor olmaları. Diğer “teröristlerin” eylemlerini kınamaya devam ederken bu standarda dayalı bir yıkım eylemini nasıl haklı görebilirsiniz?

Terörizmin tanımı göreceli değildir, insanın ALF’le El-Kaide arasındaki farkı görmemesi türünden bir şey yok. Terörist bir grup kendi hedefleri uğruna masum insanlara saldırır ve onları öldürür. ALF sadece hayvanları sömürenlere saldırır, sadece onların eşyalarına, mal ve mülklerine saldırır, asla kendilerine saldırmaz, ve baskı altındaki hayvanlardan yana taraf tutar. Kelimeyi hangi anlamıyla alırsanız alın, bu terörist bir grup değil. Sabotaj ya da şiddet eylemi olsun fark etmez, bu tür eylemler bu eyleme başvuran grup diğer grubun iktidarına ve gücüne haksız bir şekilde boyun eğdiriliyorsa ve alternatif eylemler denenmiş ve başarısız olmuşsa, haklı eylemlerdir. Burada ahlaki öfkemizi doğru bir perspektifle algılamalıyız- hayvan özgürlüğü adına pencereleri kıran insanlarla temelde bütün meselesi çıkar elde etmek olan ve bilimsel geçerliliği kuşkulu ya da çok az “araştırmalar” adına hayvanların kafataslarını kıran, hayvanları yakan, kör bırakan ve vücutlarını kesen insanlar arasında büyük bir fark var.

ALF’e yönelik eleştirilerden biri ALF’in şiddete başvurması ve şiddet kullanmanın da içsel anlamda yanlış olması. ALF bu eleştiriye, kendilerinin ve mesela Huntingdon Life Sciences (HLS) şiddet derecelerini karşılaştırarak cevap veriyor. Ama bu tavır sizce “içsel yanlış” noktasını gözden kaçırmıyor mu? Bir taraftaki şiddet diğer taraftaki şiddeti haklı çıkarır mı?

Şiddete sadece  şiddet son verebiliyorsa, evet. Ben pasifist ya da Gandi yanlısı değilim. 19. Yüzyılda Amerika’daki kölelik sorununu, Almanya’da Nazi sorununu ya da 20. yüzyılda ABD’nin Orta Amerika’da desteklediği faşist  cuntaları sevgi, merhamet ve “pasif direniş” yoluyla  çözebileceğimize  inanmıyorum. Şiddet içermeyen alternatifler bulunduğunda asla şiddete başvurmamamız lazım, ama ne yazık durum her zaman öyle olmuyor.

Lütfen kendi etik standartlarınızı açıklayın. Bir akla, mantığa ve hissetme yeteneğine sahip olmanın rolünü açıklayın.

Gerçekten böyle yapmayı gerektirecek bir sebep olmadıkça  bir canlının bir diğer canlıya zarar vermemesi gerektiğine inanıyorum. Şirketlerin ve sömürücülerin hayvanları yaralayıp öldürmesi için gerçek bir sebebi yok, ama onların şiddetine direnenler kuvvetli karşı taktikler kullanmak için sağlam sebepleri bulunuyor. Canlıları ahlaki toplumun bir üyesi ve hak sahibi yapan şey onların hissetme yeteneğine sahip olması, yoksa akla sahip olması değil. İnsanların görmezden gelip istismar ettiği hayvanlara yönelik ciddi yükümlülükleri bulunuyor. Bu da hayvan haklarını da içerecek (hayvan refahını değil) daha geniş bir doğa etiğine doğru yol aldığımız sürece değişebilir. İnsanların bu hakikatleri akıl yürütme yoluyla fark edebilmesi gerekir, akıl hala daha kimin ahlaki yükümlülükleri olduğu ve bu yükümlülüklerin doğası konusunda karar vermek için hayati öneme sahip bir güç. Ben bütün ahlakın duygulardan kaynaklandığına inanan birisi değilim, ahlak duygulardan başlar, sağlam ahlaki önsezilerimiz vardır; ama inançlarla ve önsezilerle ilgili etik akıl yürütmeler ve gerekçeler akıl ve mantık meselesidir.

Etik anlayışınızı hissetme yeteneğine sahip olmayan doğayı ya da “derin ekolojiyi” kapsayacak denli genişletiyor musunuz? ELF’i de ALF’i savunduğunuz gibi savunur musunuz?

Evet. Hayvan haklarının sorunlarından birisi yeterince kapsayıcı bir etik olmaması; çünkü açık bir çevreci bakışa sahip değil. Sadece hayvanları değil, bütün doğayı koruyan ve savunan bir doğa etiğine ihtiyacımız var. ELF’i ALF gibi kesinlikle savunurum, bunlar birbiriyle bağlantılı mücadeleler, hatta bazen de aynı eylemlerden oluşuyorlar. Ama derin ekoloji gibi, ikisi de insan hakları, hayvan hakları ve dünyanın korunması ve bütünlüğü mücadelelerini birbirine bağlayan yeterli bir sosyal kurama ve toplumsal politikaya sahip değil.

Çeviri:CemC

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN ALF: Hayvan Refahçılığı, Hayvan Hakları, Hayvan Özgürlüğü ve ALF.” üzerine bir yorum

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.