Hayvanat bahçeleri ve doğanın sonu

Dr. Steve Best

Hayvanat bahçeleri, postmodern dünyanın küçük bir sembolü haline geldi.

İnsanların, devlet politikalarının,ve daha birçok şeyin sahte olduğu Ulusal Eğlence Devleti’nin  sahte-yalanlarla dolup taşan dünyasında yaşıyoruz. Pekiyi, insanoğlunun yapay doğa yaratma çabası, hayvanları bu ortamda yaşatma isteği, onları yaşam alanlarından ayırma isteği nereden kaynaklanıyor? Gezegenin kapitalist sömürge sistemi, doğal dünyadan geriye çok az şey bırakıyor.Ve hayvanat bahçeleri, yaşam süreçlerinin metalaşmasını, dağılmasını, parçalanmasını gerçekleştirirken, aynı zamanda biyoçeşitliliğin yapaylaştırılıp gözler önüne serilmesine neden oluyor.


Toplum ve doğa arasında şimdiye kadar süregelen ilişkiye aykırı olarak, son zamanlarda doğa, ’gelişmiş bir yaşam’ kavramına eşdeğer görülerek kültüre bağımlı hale gelmiştir. Fakat kültür, evrimi korumak için yeterince gelişmiş değil. Hayvanat bahçeleri, gezegendeki hayata son verilmesinin, hayvan türlerinin yok edilmesinin ve insanın iktidar patolojisinin kontrolden çıktığının bir göstergesidir. İnsanın, doğal hayat üzerinde hakimiyet kurma arzusunun bir sonucu olarak oluşturulan hayvanat bahçeleri, en başta gelen güç ilişkisi belirtisidir.

Başka bir deyişle: emperyalizm

“Birçok açıdan, hayvanat bahçesi, Kontrol Çağının içeriğinde bulunan kavramlara örnek oluşturur: keşfetme, hakimiyet kurma, faşizm, gösterişçilik, üstünlük sağlama hırsı, yönetme isteği.”

David Ehrenfeld, Ethics on the Ark’

Hayvanat bahçesi eğlence yada ‘eğitim’ amaçlı kurulan bir parktır. Ve gezici hayvanat bahçeleri, küçük hayvanat bahçeleri yada yollarda oluşturulan hayvanat bahçelerinden ayrı tutulmalıdır. Teksas ve Louisiana’daki Tiger Truck Plazas gibi yollarda kurulan hayvanat bahçelerinde kaplanlar, kafeslerinde tutsak olarak yaşıyorlar. American Zoo (amerikan hayvanat bahçesi) ve Aquarium Association (AZA), en iyi hayvanat bahçeleri olarak kabul ediliyor;  fakat hâlâ, AZA-onaylı birçok hayvanat bahçesinde hayvanlar kötü muamele görüyor.(1998’de EL Paso hayvanat bahçesindeki Sissy adlı fil, şiddete maruz kalmıştı).Dahası; ABD Tarım Bakanlığı (USDA)  lisanslı 2002’ den fazla hayvanat bahçesinden sadece %10’u AZA tarafından onaylanmış halde… Öncelikle; hayvanat bahçeleriyle, halka açık tutulmayan, içinde geniş türlerin barındığı Tennessee’deki hayvan koruma yerleri arasında belirgin farklar var. Buna rağmen, Horwood’daki ‘Noah’s Land Sanctuary’’ gibi hayvanat bahçeleri ve hayvanların sergilendiği yerler ‘koruma evi’ olarak kabul ediliyor. Gerçekte bu yerlerde hayvanlara kötü mualemede bulunuluyor. Yasalara bağlı olarak işletilen, para tuzağı olarak görülmeyen koruma evlerinin sayısı oldukça az. Günümüz hayvanat bahçelerinin işlevi, türleri korumak olmalı; ama hayvanat bahçeleri ve benzeri yerler her zaman hayvanları hapsediyor, öldürülüyor ve onlar üzerinden ticaret yapıyor. Hayvanların eğlence aracı haline getirilmesinin ilk örneklerini -yılanların,fillerin ve diğer hayvanların dinsel amaçlarla yetiştirildiği- Eski Mısır’da görüyoruz. Romalılar leopar, aslan, ayı, fil, antilop, zürefa gibi hayvanları gladyatör gösterilerinde öldürmek için yetiştiriyordu. Aylarca süren gösteriler sırasında binlerce hayvan katlediliyordu. Kan başlı başına eğlence unsuruydu halk için… bunun hayvan yada insan kanı olması fark etmiyordu. 1519’da Herando Cortez, zamanının hükümdarı Monte’nin,dinsel törenlerde kurban edilecek hayvanların bakılması amacıyla görkemli bir gösteri mekanı yaptığını duyurmuştu. Zira hayvan gösteri merkezleri yaptırmak, pek çok hükümdar tarafından zenginlik ve statü sembolü olarak görülmekteydi. Batının eğlence anlayışında, hayvanların eğlence-gösteri dünyasında kullanılmak üzere toplanıp bir arada tutulması, bir gelenekti. Çoğunlukla spor, yiyecek amaçlı avlanıyorlardı, dövüştürülüyorlardı ya da şiddet içerikli eğlence mekânlarında öldürülüyorlardı. Dale JAmieson’ın ‘Against Zoos’ makalesinde belirtmiş olduğu gibi; modern hayvanat bahçeleri 18.yy’da Viyana, Madrid ve Paris’te; 19.yy’’da ise Londra’da ve Berlin’de kuruldu. İlk Amerikan hayvanat bahçeleri 1870’lerde Philadelphia’da ve Cicinnati’de kuruldu. Randy Malamud,”Reading Zoos: Representations of Animals in Captivity” adlı kitabında hayvanat bahçelerinin sömürgeci sistemle olan ilişkisinin anlatılmamış hikâyesini aktarır bize . Hayvanat bahçeleri, emperyalizm ve içinde barındırdığı ‘zapt etme,egemen olma’ kavramlarıyla özdeşleştirilir bu kitapta.
Kavramları gelişimsel olarak ele alacak olursak: zapt etme, canlılar üzerinde egemenlik kurma, hakimiyet yaratma isteği, beraberinde akıl dışı, kötücül uygulamaları da getirdi. Emperyalizmin pazarı olan yabancı alanlarda tutsak tutulan hayvanlar, halkın gösterimine sunulmak için Londra gibi başkentlere götürüldüler. Başka yaşam alanlarından getirilen bu yabancı hayvanlar doğa ve kültür üzerinde hakimiyet kurmayı hedefleyen emperyalist gücü sembolize ediyordu aslen. Kısa zamanda bu hayvanlar, gözde tüketim objesi haline getirildiler. Silahların,devlet gücü ve ihtişamın göstergesi haline gelmesinden bu yana, yabancı (egzotik) hayvan türleri yabancı topraklarda yetkin güç olma ve emperyal fethin sembolleri olarak görülmekteydi. Hayvanlar vahşi doğadan alınıp esir tutulmakta, doğal yaşam alanlarından, ailelerinden koparılmakta, habitatlarından uzak iklimlere gönderilmekte, kafeslere hapsedilmekte, çeşitli programlarda araç olarak kullanılmakta, acı çekmekte ve sürekli olarak insan gözetimi altında tutulmaktaydı. Ve sonuç itibariyle, hayvanat bahçeleri, hem devlet hem de tür ayrımcılığı imparatorluğunun bir uzantısı haline gelmiştir. Malamud şöyle der: Hayvan ve insan gösterileri, ticari ve ekonomik olarak sömürge dinamiklerini entegre eder,türlerin insan gözetiminde tutulmasını sağlamak için gerekli olan güçlerin elde edildiğine dair bir sanrıdır. Marjorie Spiegel ‘in,”The Dreaded Comparison: Human and Animal Slavery (Korkutan Benzerlik: İnsan ve Hayvan Köleliği)” adlı kitabında belirtildiği gibi, Afrikalı köleler üzerinde hakimiyet kurma modeliyle benzerlik gösteren bu hayvan sömürüsü isteği tamamıyla insanlıkdışı olarak adlandırılmaktadır. Öncelikle, insan kötücül hayvanlar grubuna rahatlıkla dahil edilebilir. Sömürgeciliğin esas sebebi yine insandan başka bir faktör değildir.

Hayvanat bahçeleri hümanizmin çöküşüne sebep oldu. 19.yy. sonlarında ve 20.yy. başlarında insanlar hayvanlarla beraber kafeslerde tutulup gösteri yapmaya zorlanıyorlardı. Irkçılığın ve türcüğün en üst seviyede olduğu örneklerden bazıları Mağripliler, Tatarlar, Hindistanlılar, Asyalılar, Eskimolar, Afrikalılar ve diğerlerinde açıkça ortadaydı; bunlar farklı yaşamları çok çirkin yöntemlerle halkın gözü önüne sererek, insan hayatının eğlence unsuru haline getirilmesine neden oldular. Gösterilerde tercih edilen insan tipleri daha çok cüceler, ilginç vücut yapısına sahip insanlar, ilginç görünümlü kadınlar, hastalıklı kişilerdi. İnsancıl yaklaşımlar böylelikle sona doğru yaklaşmış oldu. Günümüzde maalesef bazı sirklerde hâlâ bu tarz uygulamaların yapıldığı biliniyor.

Zaman içinde yol alan ahlâki ilerleme, insanların kafeslerde sergilenmesinin yanlış olduğunu düşündürmeye başladı insanoğluna…Ve şimdi de umutla, aynı şekilde hayvanat bahçelerinde birer sömürü aracı, ticari nesne olarak tutulan hayvanların haksızlığa uğradıklarının fark edileceği günün gelmesini bekliyoruz. Fakat, maalesef , şehirlerin  en gözde turistik eğlence yeri olarak görülmeye devam ediyor. Ve bir şehir kesinlikle hayvanat bahçesi olmadan düşünülemiyor. Hayvanların birer ticari mal olarak sergilendiği hayvanat bahçeleri,y aşam kriterlerinin vazgeçilmez bir öğesiymiş gibi görülüyor. Hayvanlar şehir eğlence kaynaklarından biri olarak görülmeye devam etiği ve insan gözetimi altında tutulduğu müddetçe hayvanların içinde bulunduğu ağır koşullar ve hayvan hakları, çoğu politikacıyı ve birçok insanı ilgilendirmeyecektir.

TÜRLERİN BERLİN DUVARI

‘İnsanlar, güzel bulduğu her şeyi-hayvanları- esiri yapıyor, hapsediyor, daha sonra da onu acılar içinde ölürken görmek için hayvanat bahçesine akın ediyor.’

David Garnett, hayvanat bahçesi görevlisi

Hayvanat bahçeleri ile ilgili söylenebilecek tek olumsuz şey, onların maddi yatırım alanı olarak görülmeleri değil. Bu olumsuzluklara, hayvanların kafesler içinde, duvarlar arasında, yalnızlıklarına terk edilerek, geceleri acılar içinde bırakılarak, hastalık kokan yerlerde tutulmaları vb. etkenleri de eklememiz mümkün. Hayvanat bahçelerinin bu özellikleri, hayvanların psikolojileri üzerinde travmalar yaratıyor. Bu, üzerinde durulması gereken en önemli konuların başında geliyor. Tüm bunların insan aklında her zaman bulunan üstün gelme, türler arasında hiyerarşi yaratma, vahşi yaşamı sonlandırma gibi isteklerin yer almasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu, özellikle Batı kültürünün vazgeçilmez bir öğesi haline gelmiş bulunuyor. Hayvanat bahçeleri, doğal dünya-hayvanlar arasında çizilen bir sınır gibidir. Hayvanat bahçeleri bizi yalnızca özel hayvan türlerinden ayırmakla kalmıyor; aynı zamanda biyolojik atalarımızdan (evrimin biyolojik macerasını birlikte yaşadığımız düşünme yetisine sahip olanlar) ayırır. Sonuç itibariyle duvarlar da , hayatı, ’biz’ ve ‘ötekiler’ olarak ikiye ayırır.

Hayvanat bahçelerinin varlığı, insan ruhunu ele geçirmeye çalışan bir korku fenomeninden farksız. Hapsedilmiş hayvanlara birer eğlence unsuru olarak bakarken, aynı zamanda hayata yabancılaştığımızı da fark ederiz. Onlara bakarken, doğayı tahrip etmeye devam ettiğimiz sürece, geçmişteki günahlarımızı ve gelecekteki problemlerimizi görür gibi oluruz.

Çocukların hayvanat bahçelerini sevmesi esas tartışma konusu değildir.Asıl rahatsız edici olan, genç beyinlerin erken yaşta yanlış düşünmeye başlamasıdır.

Daniel Quinns’in romanı Ishmael’de, hümanist ve filozof goril arasında geçen bir Sokratik diyaloğa yer verilir. Goril birçok sirkte eğlence kurumlarında esir olarak tutulmaktadır; fakat haksızlığa uğradığını düşünüp öfkelenir. Hristiyan kültürünün felsefi öğeleriyle eğitilen insan, antroposentrizmin (insanmerkezciliğin/insan merkezci düşünmenin) o müthiş paradigması içinde bir köle oluğunun farkına varmaya başlar.

DEZENFORMASYON OKULU

Hayvanat bahçelerindeki tutsaklığa karşı olmanın birçok nedeni var :

’ Hayvanları, doğadan uzakta yapay bir yaşam alanında, hoş olmayan koşullarda tutuyoruz. Hiçbiri doğal özelliklerini, güçlerini gösterebilecek şartlara sahip değil .Bu fırsat onlara sunulmuyor. Can sıkıntısı içinde boğuluyorlar. Ve gerçek dünyalarından çok farklı yaşayıp, tüm gerçeklikten uzak kalıyorlar.’

Evan C.Young ,Profesör

Hayvan hakları ve hayvanlara uygulanan eziyetlere yönelik olan duyarlılığın artması ve toplumda bu konularda daha fazla bilincin oluşması nedeniyle hayvanat bahçeleri varlıklarını sürdürmek için ve kendilerini haklı çıkarmak adına geçerliliği olmayan uyduruk gerekçeler ileri sürmeye başladılar.

Hayvanat bahçelerinde insanlar yalnızca zürafa, aslan, fil vb. hayvanları görme şansı yakalar. Hayvanat bahçelerinin bilgilendirici özelliğinin de olması gerekiyor. Hayvanat bahçeleri, insanlara, hayvanların da saygı görmesi gereken bir canlı türü olduğunu hatırlatmalı. Nesli tükenmiş türlerin belli bir alanda korunması ,üremelerine ilişkin çözüm yöntemlerinin konuşulmasına ortam sağlamalıdır.
İnsanoğlunun bitmek bilmeyen memnun edilme isteği ve merak etme güdüsü, hayvanların doğal yaşam alanlarında rahat bir yaşam sürme hakkını elinden alıyor. İnsanoğlunun eğlenirken yaşayacağı anlık mutluluk uğruna hayvanların yaşamları boyunca hapsoldukları yerlerde acılara maruz kalmalarını hiçbir gerekçe haklı çıkaramaz.

İzleyicilerin hayvanat bahçelerinde tanık oldukları hayvan davranışları doğru, gerçek ve doğaldır;  fakat hayvanat bahçesinin yapaylığı, orada yaşayan hayvanların yaşam biçimini ve düzenini bozmaktadır.İzleyiciler, gözlemledikleri hayvanla ilgili bilgilerle pek ilgilenmezler.Hayvanların beslenme biçimleri doğal yaşantıları hatta adlarıyla ilgili çok kısıtlı bilgiye sahiptir.Hayvanları yalnızca belirli prototiplerle bilirler. Çalışmalar şunu gösteriyor ki; hayvanat bahçesine gidenler hayvanlarla ilgili az bilgiye sahipler ya da bildikleri şeyler yalnızca hayvanların tipik, fiziksel özellikleriyle kısıtlı (örnek: şirin, komik görünümlü gibi hayvan betimlemeleri). Asıl problem şu: hayvanat bahçesi ziyaretçileri bilgi yada eğitim değil, eğlence arıyorlar. Ve hayvanat bahçeleri toplumu bu konuda eğitmek için pek ciddi çalışmalar yürütmüyor. Hayvanların gerçek yaşantılarını bize yansıtan Discovery Channel gibi kanallar aracılığıyla, hayvan davranışlarıyla ilgili olarak daha fazla bilgi edinilebilir.Geçen gün, El Paso hayvanat bahçesini gezerken bir çocuk anne-babasına ‘bu hayvan gerçek mi’ diye sordu. Ve ebeveyn, bu soru karşısında gülmeye başladı.-Aslına bakarsanız bu çok derin bir yanıt bu-.

İnsanların hayvanat bahçesinde gördüğü tek şey: üzgün, yalnız, terkedilmiş, depresif, acı çeken yaralı hayvanlar… Kaplanları, filleri, şempanzeleri değil, onlara ne yapıldığını, nerelere maruz kaldıklarını görüyoruz. Ziyaretçiler hayvanları direk olarak gördüklerini düşünürler; ama aslında hayvanat bahçesi kurumunun hiç de sağlıklı olmayan etkileri içinden görüyorlar. Sığınakta yada hapisanedeki insanları inceleyerek insan doğası üzerinde çalışmalar yapılabilir. Aynı şekilde hayvanlar da tutsaklığın ve izole edilmesinin yarattığı psikolojik etkiler sonucunda acı çekiyorlar. Doğal yaşamdan, ailelerinden koparıldıkları için, özgürce hareket edemedikleri için, sosyal yaşamdan uzak tutuldukları için hayvanat bahçesindeki hayvanlar çeşitli psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Fiziksel olarak ta zorluklar yaşatılmaktadır. Örneğin ; çemberlerden atlamaya, yürümeye, üst platformlardan sarkıtılarak show yapmaya zorlanmaktadırlar. Bu aktiviteler, hayvanların sakat kalmalarıyla sonuçlanabiliyor (meselâ; şempanzelerde ağrılar ve organlarında çeşitli rahatsızlıklar oluşur). Bill Travers ve Virginia McKenn’’e göre (Born Free Foundation) hayvanat bahçelerindeki hayvanların % 60’ından fazlası düşünce bulanıklığı ve akıl karışıklığı yaşıyor. Hayvanat bahçelerinin yarısından fazlası hâlâ kötü koşullar altında varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ülkedeki  en iyi hayvanat bahçelerinden biri olan San Diego hayvanat bahçesi yetkilisinin görüşü şöyle: hayvanat bahçesindeki hayvanlar yetersiz ve kötü besleniyorlar. Yapılan anesteziler sonucu ölüm oranları bir hayli yüksek, hayvanların nakledilirken meydana gelen ciddi yaralanma ve ölümler görülüyor. Yamyamlıktan farksız denebilecek davranışlar sergileniyor. Hayvanlar arasında dövüşler görülüyor. Tüm bunlar, çok sayıda hayvanın bir arada tutulmasının kötü sonuçları.

Hayvanat bahçeleri, hayvanların aslında hiç de orada göründükleri gibi olmadıklarına dair bir içgörü oluşturur. İnsanoğlunun yabancılaşmış doğasına, hayvanları da dahil etmek isteme içgüdüsünün görüntüsüdür bu. Hayvanlarda, doğal hayatlarından uzaklaştırılıp yeni iklimlerine alıştırılır. Açık alanda yeşil kanatlı büyük Macaus kuşlarını gördüğünüzde neden uçamadıklarını merak edersiniz ve hemen sonra, uçmalarını engellemek amacıyla kanatlarının kesildiğinin fark edersiniz. Bir arada 2 fil gördüğünüzde onları çok sevimli bulursunuz; fakat daha sonra anlarsınız ki; bu görkemli hayvanlar sürü halinde ve yirmi filden oluşan gruplar olarak yaşatılıyorlar. Zaman zaman güzel beyaz bir kaplana rastlarsınız. Aslında türünün gerçeği değildir o. Katarakt sorunu, ayak, kalça problemleri yaşadığı için yeterli kamuflaj yeteneğinden yoksun kalıp doğada yaşamını sürdüremeyen türünün benzer örneğidir. Hayvanat bahçeleriyle ilgili değişmeyecek olan tek gerçek şudur: hayvanlar insan hırsları uğruna küçük yaşam alanlarına hapsediliyor ve bir canlı olarak değil, yalnızca reklâm aracı olarak görülüyorlar.

En iyi hayvanat bahçelerinde bile, karşılaşılan durumlar değişmiyor. Hayvanat bahçeleri bir yandan insanlara,türlerin karşılaştıkları krizi anlamalarına yardımcı olurken bir yandan da hayvanları doğalarından uzaklaştırıp yaşamı kötü hale getirmekte, izleyici-obje aracılığıyla insan-insandışı ayrımını yaratıp insan dışındaki canlıların kurumsallaşmasına,madde haline getirilmesine yol açar. Örneğin; hayvanat bahçeleri çarpıtılmış fikirleri insanlara edindirmeye çalışır. Bize; hayvanların birer yiyecek, giyecek, deney ve eğlence kaynağı olduğu düşüncesini enjekte etmeye çalışır. Amerika’da her sene 120 milyondan fazla insan hayvanat bahçelerini ziyaret ediyor ve dolayısıyla, hayvanat bahçelerinin vermiş olduğu mesajlar büyük önem taşıyor. İşin en rahatsız edici yönü; çocukların, hayvanat bahçelerinde gülerek, eğlenerek vakit geçirmeleri esnasında bu eğlence anlayışının doğal dünyaya karşı olan duyguları zehirlemesi.

KORUMA MİTİ

‘Ne yazik ki; hayvanat bahçelerinin büyük bir çoğunluğu gerçek amaçlarından uzaklaştılar. Söyleşi ve eğitim üzerine çalışmalar yapmak yerine, işin eğlence ve ticari başarı yönüne odaklanır. ‘

Debra Jordan

Günümüzün hayvanat bahçeleri, bazı yasalarla uyumsuzluk gösteriyor. Son birkaç on yıldır hayvanat bahçeleri eğitim, koruma, araştırmadan çok eğlence sektörü için çalışıyor. Kavramların üstü her zamanki gibi sürekli örtülüyor. Tutsaklık, ’koruma altına alma’; eğlence ise ‘eğitim’ olarak adlandırılırıyor. Hayvanat bahçeleri ‘koruma parkı’ olarak isimlendirilir. Hayvanat bahçeleri en başta gelen iş sahalarından biri olduğu ve hayvanlar üzerinde kar yapmayı amaç edindiğinden, eğlence anlayışını benimseyen ilkelerle varlıklarını sürdürmek zorunda.

Hayvanat bahçeleri türlerin yok olması, yaşam alanlarının ortadan kalkması, ekolojik krizin oluşmasına neden olmasının savunmasını, koruma hizmetini sunmasını öne sürmesiyle yapmaktadır. 1981’de AZA, söyleşi hakkında toplumu eğitmek ve hayvan nesli tükenmesini önlemek amacıyla ‘Species Survival Plan Program’ (SSP)-Türlerin Hayatta Kalması Plânı Programı’nı’ kurdu.

Hayvan üretim programlarından biri olan SSP; kırma kurt,siyah ayaklı dağ gelinciği gibi vahşi türleri en iyi şekilde koruduğunu iddia ederek bununla övünmekte. Hayvanat bahçelerinin koruma kimliğini gösteren belgeler biraz kuşku uyandırıcı. Hayvanat bahçeleri, türlerin korunmasında minimal rol oynarlar. Koruma kavramının işlevli, çok yönlü olması gerekir. Nesil tükenme sorunu azaltmak yerine,  daha çok, ziyaretçi çekmenin yollarını arıyor. Nesli tükenmiş türlerin sadece % 2’si hayvanat bahçelerinin yetiştirme programlarının bir parçası ve yalnızca birkaç hayvanat bahçesi vahşi yaşamı koruma ve yetiştirme programlarına kayıtlı durumdalar.

Yetiştirme(üreme)programları yapan bir tek hayvanat bahçeleri değil. Hayvanat bahçelerinin sahip olduğu ‘koruma belgeleri’ genellikle ya yetersiz yada eksik. Aynı zamanda hayvanları yaşam alanlarına yeniden alıştırma konusunda da pek başarılı oldukları söylenemez (Meksikalı gri kurt örneğinde olduğu gibi). Hayvanat bahçesindeki hayvanlar insan bakımına alışırlar ve tek başına yaşam sürdürebilme yetisinden yoksun kalırlar. Hayvanlar, gerçekte korumaya alınmaz. Sonuç olarak şu soruyla karşılaşıyoruz: eğer hayvan neslinin devam etmesini sağlayacak yaşam alanları yaratmıyorsa, hayvanat bahçelerinin ‘koruma altına alma’ görevini üstlenmesi neden? SSP tarafından yayınlanan reklamda görüldüğü gibi EL Paso hayvanat bahçesinde SSP programı dahilinde, üremelerine izin verilmeyen 2 Asya fili var. Ala Grew tarafından yazılan ve önemli belgeleri sunan ‘Animal Underground: Black Market for Rare And Exotic Species- Yeraltı Hayvanı: Nadir ve Egzotik Türler Karaborsası’ adlı kitabı, hayvanat bahçeleri hakkındaki küçük pis sırrı ortaya çıkarıyor:
Artakalan türlerden yenilerin çoğaltıyorlar ve bu hayvanlar Animal Finders Guide gibi kaynaklar ile alıcılar çekiyor. Hayvanat bahçeleri; avcılar, mezbahalar, kürk çiftlikleri, sirkler, petshopların da içinde bulunduğu illegal dünyanın bir parçasıdır. Genellikle çoğaltılan hayvanlar tüccarlardan ve hayvan üreticilerinden temin edilir. İlk başta sevimli olarak görülüp hayvanat bahçesine alınan, büyükten sonra ilgi gösterilmediği için şefkate ihtiyacı olan hayvanlar, öldürülmek üzere depolara gönderilir. Bir kısmı deney laboratuarlarında kullanılır. Bir kısmı –et yada konserve haline getirilir, insan hizmetine sunulur. Green’in de yayınlamış olduğu gibi, AZA politikası bu çeşit pazarlamaları yasaklıyor ama bir yandan tolere ediyor. Hatta hayvanat bahçesi üyeleriyle irtibat halinde olan avcılara özel hayvanlar üretiyorlar. San Diego vahşi hayvan parkı gibi, dünyanın en iyi hayvanat bahçelerinden birkaçının 1992-1998 tarihleri arasında nesli tükenmiş yada nadir rastlanan binlerce hayvanı tekrar tekrar sattığı iddia edilmişti ve suçlu bulunmuştu.

Eğer hayvanat bahçeleri türlerin yok olmasını engelleme konusunda başarılı olsaydı hayvan tür sayının artmasını beklerdi; fakat aksine düşüyor. Son günlerde American Museum of Natural History(Amerikan Doğal Tarih Müzesi) tarafından yapılan bir çalışmanın ortaya koymuş olduğu sonuç dikkat çekici :

‘Açıkça söyleyebiliriz ki; hayvanat bahçeleri biyoçeşitliliğin iyileştirilmesi hususunda bir çözüm üretmiyor. Hayvanat bahçelerinin ‘modern eğlence mekanı’ olmadığı bilinmelidir.Hayvanat bahçeleri kapitalizm pazarı hali değildir.’

YOKOLUŞ

‘Toplumun geneli tarafından henüz fark edilmeyen; bununla birlikte, hem gezegenin sağlığını hem de insan yaşamını güçlü bir şekilde tehdit eden bir durumla karşı karşıyayız.’
Ellen V.Futter, Doğa Tarihi Müzesi Başkanı

Doğal yaşantılarını sürdürebilecekleri yaşam alanlarının sayısı hızlı bir biçimde azalma gösterdi. Türlerin neslinin tükenmesi ve yaşam alanlarının ortadan kalkması daha hızla gerçekleşiyor. Açgözlülük ve şiddetin sonucu olarak; hayvanlar avlanıyor, hayvanların yaşam alanlarında egemenlik kuruluyor. Türler aracılığıyla ilerleyen, biyoçeşitliliğin oluşturmuş olduğu ‘evrim’  durma noktasına geldi ve tüm yaşam formları tersyüz olmuş durumda. Küresel ısınma ve ozon tabakasının incelmesinin yanı sıra, dünya benzerini en son 4.6 milyar yıl önce yaşadığı bir krizle karşı karşıya kalmış durumda. Bazı koruma biyoloğuna göre, birkaç on yıl içinde türlerin 3’te 1’i yok olacak.

Hayvanat bahçeleri varlıklarını sürdürme zorunluluklarını öne sürüp, bu krizi sonuna kadar sömürüyor; fakat seçim, hayvanat bahçeleri ve kitlesel yokoluş arasında değil, yabanıl hayvanların korundukları yerlerle yaşam alanının korunması arasında yapılmalıdır. Tennesseee Hohohewald’daki “Fil Barınağı”, California’daki “Shambala Preserver”, Washington’daki” Lynwood Paws” yabanıl hayvan merkezleri, hayvanlara en iyi imkanları sunuyor; fakat en iyi hayvanat bahçeleri bile ana probleme (ekosistem ve yaşam alanı tahribatına) geçici çözümler bulmakla yetiniyor. Hayvanat bahçelerinden farklı olarak, gerçek yabanıl hayvan evleri; hayvanların sosyal, fiziksel, psikoloik ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri şekilde yaşamalarına imkan tanıyor. Eğer ki hayvanları yapay yaşama alanlarında muhafaza etmek durumundaysak, hayvanat bahçeleri standartlarını yükseltmemiz, koşullarını çok daha iyi bir hale getirmemiz gerek. Yabanıl hayvan koruma merkezleri sadece geçici önlemler almakla yetiniyor. Bu da yokoluşu engelleyecek düzeyde olmaktan oldukça uzakta.

Dondurulmuş hayvanat bahçeleri; Hayvan DNA’sını sıvı nitrojen içinde koruyan teknikler uyguluyor. Bu teknikte tekrar klonlama gerçekleştiriyor. Hayvanlar ekolojik koridorlarla birbirine bağlanmış vahşi yaşam alanları olmadan hayatlarını sürdüremezler. Yaşam alanlarının geri dönüşü risklidir. Klonlandıktan sonra yapay alanlarda aynı türden çoğaltılan tekno hayvanlar, gerçeğinden farksız görünerek hayvanat bahçelerinde yer alır; fakat doğal davranışlarda bulunmazlar. Çünkü insan tarafından klonlandıkları için, insan davranışlarına benzer davranışlar sergilerler. Bu durumda hayvanat bahçelerinin türlerin yaşamını koruma konusunda yaptıkları kuşku uyandırıyor. Gerçekte hayatta olan hayvan türlerinin bir kısmı hayvanat bahçelerinde yok olma sürecine giriyor. Hayvanlara orijinal yaşam alanları unutturuluyor ve hapis hayatı yaşamaya zorlanıyorlar. Jamiecson’ın düşüncelerini ele alacak olursa ‘birkaç şansız dağ gorilini küçük bir mekana hapsetmek neslinin tükenmesine engel olmaktan daha mı iyidir gerçekten?’ Bunu yaparak,hayvanları hiçe sayıyor gibi olmuyor muyuz? Eğer dağ gorilinin sadece hayvanat bahçelerinde yaşamlarını sürdürebilecekleri doğru ise, kendimize şu soruyu sormalıyız; hayvanların bizim planladığımız yapay bir çevrede yaşamaları, hiç doğmamış olmalarından daha mi iyi ?’ Hayvanların doğaları ile insanların doğası, sosyalleşmeleri farklıdır. Hayvanların insanlaştırılmaya çalışılması boşuna bir çaba.

Bu sorunu çözmek için insanların radikal değişimler yapması gerekiyor.
İlk olarak, dünya nüfusunu azaltmalıyız. Vahşi yaşama müdahale etmeden türlerin ekosistemini bozmadan yaşamamamız lâzım. İnsanlar et yemekten vazgeçip sebzeye yönelmeli. Böylelikle yeryüzündeki enerji, kaynak ve alanların korunması gerçekleştirebilir. Hayvan türlerini korumak için çok yönlü bir “Tehlike Altındaki Türler Yasası” oluşturmamız gerekir. Bu şekilde ancak hayvanları yaşam alanlarında korumaya alabiliriz. Hayvan ve hayvan ürünlerinin ticaretini yapan bütün pazarları, alışveriş yerlerini kapatmalıyız. Tartışmasız şu bir gerçek ki; insanoğlu sadece kendisinin çözümleyebileceği bir problem yarattı. Yaratıcı fikirler, çözümler üretmek için gerekli olan enerjiyi kendimizde bulmamız gerekiyor, hem de acil olarak.

Global dengenin değişmesi için değişiklikler yapmaya başladık ve bunu umut vaat edici bir gelişme olarak nitelendirebiliriz. İnsanoğlu şimdi biraz da olsa dünyayı koruma görevini üstlenmiş bulunuyor. Bu da bizim dünyayı iyileştirmede aktif şekilde rol alabileceğimiz anlamına geliyor. Bunun sonucu olarak; biyoçeşitlilik sağlıklı hale gelecek, türlerin neslinin devamının sağlanabilmesi için çeşitli programlar uygulanabilecek.

Yapay zeka, robotlar, genetik mühendisliği, sibernetik organizmaların sayısı arttıkça, bir zamanlar doğal olan her şey günden güne önemini yitiriyor ve zamanla yok oluyor. Doğal yaşam tekrar düzenleniyor, dönüşüyor ve teknolojik sistemlere dönüştürülüyor. Ne avcıların olduğu bir dünya istiyoruz ne de hiçbir iyi yanı olmayan teknik dünyayı. Dünya tehlikeli boyuta gelmiş bir sorunla karşı karşıya… türlerin dünya yüzeyinden silinme hızı artarken, onların hayatta kalmalarını sağlayacak olan yaşam formları azalıyor. Hemen harekete geçmemiz gerekiyor.

Çeviri:Melis

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.